a I, 1. taacüp haykırması; 2. taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3. a dep: hemen, derhal; a dep algan kezinde: aldığı dakkada (alınca, hemen); a dep ele men keldim: ben birinci geldim, herkesten önce geldim; a degende bk. de. II = al II; a tügül: şu değil, o değil; yalnız şu değil; a beregi: işte şu. III, (rabıt) a; a sen bolsoñ: sana gelince..; sen ise…
aa bk. al II.
aaçı = aarçı I, II.
aalam a. dünya (alem).
aalım a. es. 1. alim; 2. ilahiyatçı.
aamıyat a. manalık; ehemmiyet; aamıyatı cok: ehemmiyeti yok.
aar I = naar I. II = naar II.
aarçı I = aarçuu.
aarçı- II. temizlemek; adamakıllı temizlemek, temizleyip bitirmek.
aarçış- hep beraber temizlemek, gereği gibi temizlemek, temizleyip bitirmek.
aarçıt- et. aarçı II den.
aarçu bet aarçu yahut bet aarçu cooluk: burun mendili (yahut onun yerini tutan bez, kusak v.s. gibi şeyler) . işs. aarçı I den.
aarı 1. yabani arı; 2. (daha doğrusu orus aarı veya bal aarı) arı; 3. (daha doğrusu capan aarı) eşek arısı.
aba I, 1. amca; 2. ihtiyarlara hitap tarzı; uluu-kiçüü abalar! folk: sayın ihtiyarlar! II, a. 1. hava; havai nesimi; aba ırayı bk. ıray; taze aba: temiz hava; 2. iklim; aba şarttarı: iklim şartları.
abak r. (gauptvaxta) : hapis mahalli, hapishane; abakka tüş-: hapishaneye düşmek; abakka sal- veya abakka kal- : tevkif etmek, hapse atmak; şiş abk tar. ayrıca sıkı hapishane (işkenceli) .
abal I, a. = obol; abaldan yahut abaltan: ötedenberi; eski zamanlardan beri. II, a. yahut (al-abal) vaziyet, halet; calbı abal: umumi durum; uruş abalı: harp vaziyeti; abalı caman: o, fena vaziyettedir.
abala- havlayarak atılmak.
abalak ordo oyununda vurulmuş (bk. ordo 3) (dağ koyununun boynuzundan yapılan dört köşeli tahtacık) ; abalak murun: basık burun (insan hakkında) .
abalat- kışkırtmak (köpeği) .
abalattır- et. abalat fiilinden.
abalatuu kışkırtma (köpeği) .
abalı = obol; eñ abalı: herşeyden önce.
abalkı = obolku; abalkı zamanda: eski zamanlarda.
aban = obon.
abançı = obonçu.
abandat- abandatıp süylö- : sesi uzatarak konuşmak.
abcör çevik, çabuk hareketli; arzan körbö buruttu: azelden beri körbödüm mınday abcör curuttu folk: Kırgızlar hakkında ciddiyetsiz davranma: ben hiçbir zaman bu gibi çevik halk görmedim.
abdan = abıdan.
abdıra büyük tahta sandık, büyük sandık.
abet r. öğle yemeği; abet ubakı: öğle yemeği zamanı; abetten kiyin: öğle yemeğinden sonra, öğleden sonra.
abıdan f. büsbütün, tamamen, kamilen, pek, gayet; abıdan cakşı: pek iyi: abıdan maakul kişi: pek likayetli adam; abıdan biyik: pek yüksek.
abıger p. abıger çektir- : gaile çıkmasına sebebiyet vermek, insanı uğraştıracak bir iş çıkarmak.
abıgıy (destanda) amca (yaşça büyük olan erkeğe hitap tarzı) .
abılgazı sabanın ağaç çivilerinden birinin adı.
abır abır – şabır: hızlıca; çeviklikle; abır – şabır at toku folk. : çabucak atı eğerle.
abırak I = arbak. II, (Rad.) nezaket.
abıraktuu (Rad.) nezaketli; müsamahalı.
abısın gelin, elti (öteki kardeşin veya akrabanın karısına nisbeten beriki kardeşin karısı) ; abısın – acın: akrabaların karıları birbirine nisbeten; abısınıñ bolso, künüm cok debe ats. : abısının varsa, rakibim yok deme.
abışka ihtiyar.
abıyır = abiyir.
abiyençik abiyeççik, r. = kargay başı (bk. karagay) .
abiyir f. 1. abru; vicdan; iyi nam; abayiri cok: hayasız, utanmaz; abiyiri tögüldü: rezil oldu; o, otoritesini kaybetti; abiyiri ayranday tögüldü veya abiyiri küldöy çaçıldı: o, rüsvai alem oldu; o, büsbütün lekelendi; abiyirimdi ketirdi: o, benim namusumu lekeledi; abiyir tab- : otorite kazanmak; abiyiribiz cabıldı: biz benliğimizi (şerefimizi) muhafaza ettik, biz rezaletten sakındık; abiyir emes munubuz folk: bu bizim için şeref değildir; 2. tevazu; haya; 3. mec. insanın cinsi uzuvları; abiyiriñdi cap: eteklerini indir.
abiyirdüü iyilikle tanınmış, hayalı, mütavazi; abiyirdüü kişi: iyilikle tanınmış kimse, mütevazi adam.
abiyirsiz hayasız; sefih.
abiyirsizdik hayasızlık, sefahat.
abonement r. abone.
abort r. çocuk düşürme.
aboz r. (arabalar katarı: M.) ; absolyut çındık: mutlak hakikat.
absolyutizm r. absolutisme.
abuyır (Rad.) = abiyir.
abzats r. satırbaşı, bent.
abzel I, a. en iyi, mükemmel. II, f. 1. koşum (takımı) ; 2. techizat; 3. (destanda) bir nevi top.
aca büyük; "ay!" degen (yahut deer) aca cok, "koy!" degen koco cok ats.: susturan, bağıran, intizama bakan kimse yok (harfiyen: "ey" diyecek büyük yok, "bırak!" diyecek hoca yok) .
acal a. ölüm saati; acalı cetti: onun ölüm saati geldi.
acalduu 1. fani, ölmeye mahküm (canlı varlıklar hakkında) ; 2. sonu yakın olan, ölüm saati gelen; acalduu kargaday kolgo tüştü ats. : "şçi" denilen çorbaya düşen tavuk gibi ele geçti (harfiyen: eceli gelmiş karga gibi ele geçti) .
acalsız ölmez (canlı varlık hakkında) ; acalsız bende cok: ölmeyen kimse yoktur.
acap a. acayip! ; acap emes: şaşılacak şey değil, bunda şaşılacak ne var! pek mümkün olan şey.
acapsın- taaccübetmek.
acar güzel yüz rengi; hoş, sevimli çehre, çehre sevimliliği; acarı ahiyiri bar kişi: hatırı sayılır, muhterem adam; acarı suuk: çirkin, suratsız.
acardan- 1. taze, parlak,şen olmak (yüz hakkında) ; 2. iyi olmak; neşeli olmak.
acardanış müş. acardan-dan.
acardant- et. acardan-dan; enesi (yahut katını) erkek tuuganday betin acardantıp: anası (yahut karısı) erkek çocuk doğurmuş gibi, çehresine şenlik vererek; kabak acardant- : yüzünde sevinç izhar etmek.
acardantuu işs. acardant-dan.
acardanuu işs. acardan-dan.
acarduu güzel (yüz hakkında) , çehresi sevimli.
acarsız dermansız, gevşek.
acarsızdık dermansızlık, gevşeklik.
acat a. hacet, ihtiyaç, zaruret; acattan çık- : ihtiyaçtan çıkmak, kurtulmak; acattan kutkar- : ihtiyaçtan kurtarmak, ihtiyaç zamanında yardım etmek.
acattık ihtiyaç, gereklilik.
acattuu muhtaç.
acayım = acayip.
acayıp a. acayip; hayreti mucibolan; nadir bulunan
acayıpkana a-f. es. müze.
aces = öcör.
acı I, a. hac (Mekkeyi ziyaret) . II, a. hacı (Mekkeyi ziyaret eden kimse) .
acıdaar 1. ejderha; korkunç nesne; 2. timsah.
acıkıyık dikkafalı; vurdumduymaz.
acıkız hünsa (hermaphrodite) .
acılda- 1. hiddetle homurdanmak; 2. sövereküzerine atılmak, sövmek; acıldap sülö- : yüksek sesle, açık ve çabuk söylemek.
acıldaş- sövüşmek;çekişmek; hep beraber sövüp sayarak üzerine atılmak; acıldaşıp cakın keltirişpedi: onlar söverek üzerine atıldılar ve hatta (kendilerine) yaklaştırmadılar.
acıldaşuu işs. acıldaş-tan.
acıldat- et. acılda-dan; acıldatıp cür- : hızlı yürümek.
acın abısın sözünün tekidir.
acına a. 1. dev nevinden bir varlığın adıdır (ecinne-cinler. M.) ; 2. akıl hastalığın ismidir.
acınala- 1. ayrılmak, ayrı düşmek; senden acıragım kelbeyt: senden ayrılmak istemiyorum; köpçülüktön acıragan: kütleden ayrılmış; 2. mahrum olmak; ukuktan acıradı: hukuktan mahrum oldu.
acırat- 1. ayırmak; ayrı düşürmek; kavga edenleri ayırmak; 2. mahrum etmek; erkinen acırat- : serbesliğinden mahrum etmek.
acıratıl- mut. acırat-tan; erkinen acıratılgan: serbesliğinden mahrum edilen; şayloo ukugunan acıratılgan: seçim hukukundan mahrum edilmiş.
acıratış I, 1. ayrı düşürme; 2. ayırdetme.
acıratış- II, müş. acırat-tan.
acırattır- ayırtmak, ayrı düşürtmek.
acıratu 1. ayrı düşürme; kavga edenleri ayırma; 2. mahrum etme; erkinen acıratuu: serbesliğinden mahrum etme; şayloo ukugunan acıratuu: seçim hukukundan mahrum etme; 3. mat. tahvil, irca; tüpkü köböytüüçülörgö acıratuu: ilk madrubun fihlere tahvil.
acıroo işs. acıra-dan.
acıt aidiyet; görülecek iş; vasıf; acıtın ayırıp ber: bu işin künhüne var, bakalım.
aç I, 1. aç; açmın yahut karnım aç:ben acım; açtan öl- :açlıktan ölmek; köp coylogon tülkü açtan ölöt ats. : çok yelen tilki açlıktan geberir; aç köz karş. açkarak: aç közdük: kıskançlık; haset; 2. açık (renk hakkında); aç kızıl: açık kırmızı. II, aç bedel: kimsenin yaşamadığı, ıssız dağ geçidi; aç bedel kuu coldo öl! söv. : ıssız dağ geçidinde, kurak yolda mahvol!; aç talaa: çöl; aç aybalta: keskin savaş baltası; aç buudan (at lağabı) : yorulmaz yürük at; aç kıyırık, feryat; aç bilek: ince bilek; aç bolot:keskin kılıç. III, açmak; kilitlenmiş şeyi açmak;bir şeyin kapağını almak;meydana çıkarmak; eşik aç- :kapıyı açmak; köñül aç- : gönülü ferahlandırmak; ferahlamak; uyku aç- 1)uykuyu defetmek, 2) uykusunu almak; ooz aç bk. ooz 1. bet aç bk. bet 2.
aç- IV, acıkmak; arıp-açıp bk. arı III.
aça 1. yahut eki aça: birşeyin çatallandığı yer; ikiye ayrılmış; eki aça oy bar: iki türlü fikir vardır; 2. kupa (iskambil kağıdı) , açanın tuzu: kupanın birlisi.
açakey açakay, bir nesnenin çatallaştığı yer; ikiye ayrılmış.
açık I, açık: kapı açıktır; kün açık: gün açık, hava açık; kabağı açık bk. kabak I; açık cigit: temiz kalpli, dürüst delikanlı; içi dışı bir olan çocuk; açık ayt- : açık söylemek, doğru söylemek, közü açık kişi: zeki adam; açık ooz: geveze; açık oozduk: gevezelik;açık- ayrım bk. ayrım. II = acuu 1.
açık- III, acıkmak.
açıktık açıklık;köz açıktık: zeka; açık görme
açıl- 1. açılmak; bir şeyin kapağı alınmak; eşik açıldı: kapı açıldı; konferentsiya bügün açılat: konferans bugün açılıyor; gül açıldı: çiçek açıldı; kün açıldı: hava açıldı; köönüm açıldı: gönlüm açıldı, şenlendim, ferahladım; 2. meydana çıkmak; sırrı açıldı: sırrı meydana çıktı, onun bütün gizli tarafları açığa vuruldu.
açılekey bk. cumekey.
açılıñkı hafifçe açılmış; kabagı açılıñkı: keyifli, neşeli bir haldedir.
açılış I, açılış; konferentsiyanın açılışı: konferansın açılışı.
açılış- II, hep beraber açılmak.
açılt et. açıl-dan; oozun açıltıp: ağzını açarak.
açıluu I = açuuluu. II, işs. açıl-dan.
açın- I, mut. aç. III ten; kökürögün açınıp: (o) göğsünü açarak. II,üzücü ağrı veya keder hissetmek; alardın booru açındı: onlar acıdılar, onlar merhamet hissettiler.
açır- I, et. aç III ten; eşik açır- : kapı açmıya müsaade veya icbar etmek.
açır II, et. aç IV ten; kardıñdı açırba: karnını açıktırma.
açırkan = açuurkan.
açış I, açma. II, tahammür etme (mesela, kımız), ekşime.
açış- III, üzücü, yakıcı ağrı hissetmek;cürögüm tuz cegendey açışat: kalbimde şiddetli sıkıntı vardır.
açıştır- yakıcı ağrıyı mucibolmak; aşındırmak; tuz caramdı açıştırat: tuz yaramı aşındırıyor, yiyiyor.
açıştıruu işs. açıştır-dan.
açıt- I, ekşitmek, tahammur ettirmek; açıktan boorsok; bk. boorsok.
açıt II, yakıcı ağrı vermek, acıtmak.
açıtkı maya.
açıtkıç tahammür vermek kabiliyetinde olan nesne.
açıtuu I, tahammür ettirme; çöp açıtuu: tahammür eden hayvan yemini sarponda saklamak.
açka açlık, aç; açka bol- : aç olamk, açlığa katlanmak; açka koy- : aç bırakmak; acıkmaya mecbur eylemek; açka cürgönçö, ayranga talkan salıp içken artık ats. : aç gezmektense, ayrana kavut katıp içmek yeğdir (bk. ayran II) ; kursağım açka: ben açım.
açkalık açlık kıtlık; açkalık carıya kıldı: o, açlık grevi ilan etti.
açkarak obur, doymaz.
açkaraktık oburluk; hırs.
açkıç maymuncuk, anahtar.
açkıl- ekşimtrak; ekşi tadı veren; açkıl çarma: kavuttan veya undan yapılmış ekşi cıvık aş.
açuurkan- gereğinden fazla ekşi veya acı nesne kullandıkta nahoş bir hisse tutulmak; ekşiyi veya acıyı sevmemek; caşbala kımızdı açuurkanıp içpeyt: ekşi tadını sevmediğinden, küçük çocuk kımız içmiyor.
açuurkant- et. açuurkan-dan; balanı kımız berip açuurkantpa: çocuğa kımız verme, onun karnını ekşi şeylerle doldurma.
açuurkantuu işs. açuurkant-tan.
açuurkanuu işs. açuurkan-dan.
ada a. uç, nihayet; kemal; ada bol- : bitmek,sonuna ermek; ada kıl- : bitirmek, sonuna erdirmek.
adabat a. düşmanlık (adavet ? M.) .
adabattuu muhasım (düşmalık besleyen)
adabiy a. edebi; adabiy til: edebi dil.
adabiyat a. edebiyat.
adabiyatçı edebiyatçı, edip.
adabiyatçıl edebiyat meraklısı.
adabiyatçılık edebiyatla uğraşma veya edebiyata kapılma.
adal a. 1. temiz (şeriat tarafından müsaade edilen), eşektin küçü adal, sütü aram ats. : eşeğin gücü helal, sütü ise haram; koy adal öldü:koyun dinimerasimle öldü (kesildi) ; adal malım:namusluca kazaöılan hayvanlarım; kolumda bir uy, bir torpokton başka adaldan tügüm cok: elimde bir inekten ve bir buzağıdan başka hiçbir hayvanım yoktur.
adalda- helallığa riayet etme (şeriatın istekleri hususunda) ; koydu adaldap keldi: koyunu dini merasime riayet ederek kesti.
adaldoo işs. adalda’dan.
adalduu = adal 2.
adalsın- sofuluk taslamak; adalsıngan moldonun üyünön ceti kamandın başı çıgıptır ats. : sofuluk taslayan hocanın evinden yedi tane yabani domuzun başı çıkmış.
adalsınuu işs. adalsın-dan.
adam I, a. insan ; adam balası: insan dünyası (beşeriyet) ; insan; adam kıl- : adam etmek; mınday kılsañ adam bolboysuñ: böyle yaparsan adam olmazsın. II, taaccüp haykırması (adet olduğu üzere kadınlar tarafından kullanılır) ; adam, bizçe süylöp olturbaysıñbı! : vay, sen bizim gibi konuşuyorsun ya!
adamçılık inssani vasıflar (insan has olan bütün şeyler) .
adamdık = adamçılık.
adamgerçilik a-f-k. insanlık, insaniyet.
adamgerçiliksizdik insaniyetsizlik.
adamgerçiliktüü insanca, insaniyetli.
adamsat = adamzat.
adamsın- kendisini adam saymak; kendisinin başkalarından aşağı olmadığı fikrini beslemek.
adamsınt- et. adamsın-dan; balañdı adamsıntıp koy: çocuğuna çeki düzen ver (harfiyen: insan kılığı ver) .
adamsınuu işs. adamsın-dan.
adamsıt- adam saymak.
adamsıtuu işs. adamsıt-tan.
adamzat a. insani varlık, insan; insanlar, beşeriyet; adamzat koomu: insan cemiyeti; toonu, taştı, suu buzat, adamzattı söz buzat ats. : dağları, taşları, su tahrip ediyor, insanları ise söz (yalan, bühtan) bozuyor.
adaş- yolu şaşırmak,,yanılmak; coldon adaştım: yolu şaşırdım; akıllınan adaştı: pusulayı şaşırdı; başım adaştı: sersemleştim,şaşaladım.
adaşçaak daima şaşmalara ve yanılmalara müstaiy olan.
adaştır- delalete düşürmek, şaşırtmak.
adaştıruu işs. adaştır-dan.
adaşuu yolu şaşırma, hata yapma, yanlış iş görme.
adat a. adet, itiyat, an’ane; adat adat emes, cön – adat ats. (sade) adet –adet değil, makul olan şey adettir; adat oorusu: mutat hastalık; adat ayda bk. ayda, adatınday yahut adatınca: mutat olduğu üzere, bermutat.
adattan- itiyat etmek; erte turup adattandım: erken kalkmayı itiyat ettim.
adattandır- itiyat ettirmek.
adattandıruu işs. adattandır-dan.
adattanuu işs. adattan-’dan.
adep a. terbiyelilik, nezaket, zarafet, adebi cok: terbiyesiz, nezaketsiz; adebi cok cigit, cügönü cok atka okşoyt ats. : terbiyesiz delikanlı oyansız ata benziyor; adebin kolgo bereli!: kendisine adamakıllı bir terbiye dersi verelim!
adepki evvelki (başta olan şey) , adepki cıldarda: evvelki yıllarda; adepki ubakta: ilk zamanda.
adırañdat- et. adırañda-dan; közüñdü adırañdatba: gözünü faltaşı gibi açma.
adıraşman yabani sedefotu, pehanummalahar (sahte tabiblerin tedavi usullerinde tütsüleme ve haşlama suretinde kullandıkları bir nevi ot) .
adıray- gözünü faltaşı gibi açmak; emine adıraya tikteysiñ? : sen neden gözünü faltaşı gibi açtın ve dimdik baktın?
adırayt- et. adıray-dan.
adırgı çulha gergisi.
adırlan- tepelenmek, tümseklenmek.
adırluu tepemsi, tümsekli.
adırmak sırt (coğrafi manasiyle) .
adıs a.dn. hadis (Muhammed Peygamberin sözleri ve işleri hakkında) .
adıyal r. yorgan (sırılmamış) .
adil a. adaletli.
adildik adalet.
adilet a. 1. = adildik; 2. = adil.
adiletsiz adaletsiz.
adiletsizdik adaletsizlik.
adilettik = adildik.
adires kon. = adres.
adis 1. tabiye (taktik), usul (metod) , gidişat, yüryüş; ar iştin adisin biliş kerek: her iş için usul gerek; 2. uzman (mütehassıs) ; kooz söz adisi: sanatkarane söz üstadı; ayıl çarba adisi: köy iktisadiyatı uzmanı; 3. mahir; adis mergen: mahir atıcı, iyi avcı.
adistik 1. uzmanlık; 2. ustalık.
adöölöt = adilet.
adöölöttük = adilettik.
adrañda- adırañda.
adres r. adres.
aduula- dağ yokuşunu çıkmak.
advokat r. avukat.
aerodrom r. tayyare meydanı
aeroplan r. tayyare.
afişa r. afiş.
aga I, büyük erkek kardeş; aga ini (agayın, agaynı şeklinde telaffuz edilir) : erkek kardeşler; eşik aga bk. eşik; tör agası bk. tör. II, bk. al II.
agalık büyük biradere has olan evsaf veya vaziyet; tör agalık bk. tör.
agan bk. al II.
agançeyin bk. al II.
agar I, agar altın, ak kümüş folk. : kıymatli eşya, servet.
agar- II, ağarmak, yıldırmak, ağarıp kögör- : bitmek (bitkiler hakkında: M.) . çiçek açmak; tañ ağarıp atkan cok: henüz şafak sökmedi.
agara a. davul, darbuka.
agarıñkı beyazımsı, aka çalar; agarıñkı tart- : bir parça ağarmak, hafifçe parlamak.
agarot r. sebze bostanı (rusçası ogorot: M.) .
agarotçu bostancı.
agarotçuluk bostancılık.
agart- ağartmak, aklık haline erdirmek.
agartuu 1. ağartma; 2. maarif; el agartuu: halk maarifi.
agentstvo r. ajans, telgraf agentstvosu: telgraf ajansı.
agenttik ajans.
agentura r. acenta.
agıl- sel, kalabalık, kütle halinde yürümek; cayloodogu el capırılıp cakaga karay agıldı: yaylakta bulunan bütün ahali aşağıya, dağ eteklerine doğru yürüdü.
agılga set, kalkan.
agılgala- 1. izini takibetmek; 2. herhangi bir işi gizlice yapmak.
agılış sel, kalabalık, kütle halinde yürüyüş
agım cereyan, akım; sayası agımdar: siyasi cereyanlar; adabiyatta cañı agım: edebiyatta yeni cereyan; zaman agımındagı söz: cari hadiseler hakkında konuşma.
agın cereyan, cari, akıcı, akar, agın suu: akar su; akını katuu suu: hızlı akan su, hızlı ırmak.
agış aşk maceralarının mütemayil (yatkın) olan; zendost (Kırgız destanının bir kahramanının adı) .
agıt- bırakmak, koyuvermek (bağlı hayvanları) ; beye agıt- : kısrakları koyuvermek (sağmak için bağlanmış oldukları yerden) ; at agıtatı bırakmak (otlasın diye) ; it agıt- : köpeği koyuvermek (yabani hayvan üzerine) .
agıtıl- mut. agıt-tan.
agıtış- müş. agıt-tan.
agıttır- et. agıt-tan
agıtuu işs. agıt-tan.
agız- akıtmak (suyu, mavi nesneyi) ; aksın diye suya bırakmak, yüzdürmek, sal agız- : bk. sal I.
agızdır- yüzdürmek.
agızıl- mut. agız-dan.
agızış- mut. agız-dan.
agiles r. iyi çelik; agiles orok: sağlam ve keskin orak.
agitator r. propagandacı.
agitatsiya r. propaganda.
agressiya r. tecavüz, agression.
agressor r. mütecaviz.
agrotexnika r. ziraat tekniği.
agzam a. dn. en ulu, azam (allah sıfatı) .
ak I, 1. beyaz: ak caan bk. caan I; ak eyek bk. eyek I; ak üy bk. üy I; aktı köktü aytıp: hem doğrulukla, hem eğrilikle; ak söök bk. söök I; ak bata bk. bata 3; 2. temiz, namuslu; ak emgek: namusluca emek; köönü ak: hiylesiz, kalbi temiz, namuslu; ak kızmat: namusluca, hulusla yapılan hizmet; ak malım: kendimin, namusluca kazandığım hayvanlar; ak sır bk. sır II; ak col bk. col 1; 3. masum, suçsuz; iş agına ketti: iş beraete doğru gitti; aktı – karası açılar: hakikat aydınlanır; kimin haklı, kimin haksız olduğu anlaşılır; 4. süt, süt mahsülleri; ak çaç- : süt serpmek (yılan gördüklerinde Kırgızlar böyle yapardı) ; enemdi açka sen koyduñ: kışta kızılın berbediñ, cayda agın berbediñ folk. : annemi açlıktan sen öldürdün, kıs-şın et vermedin, yazın süt vermedin; ak calgasın bkç calga 4; 5. yumurta akı; 6. aktar, sis : aklar ("Bolşevikler" demek olan "Kızıllar" ın karşıtı: M.) . II, a. 1. hakikat, hakiki, haklı (suçsuz) ; ak ur- :"hak!" diye haykırmak (dervişler veya dilenciler hakkında) ; meni ak cerden öltürsöñ, öltür: beni öldürmek istersen, öldür, ancak ben haklıyım; 2. = akı; 3. Tanrı. III = ok V. IV, a. reddedilmiş (kovulmuş); uulun ak kıldı: oğlunu reddetti (lanetledi); emçegim sütün ak kılam folk. : (nankör çocuğum sana) mememin sütü haram olsun! ; ak moko bk. moko. V, ak etkende tak etet bk. tak IV.
ak- VI, akmak, akıp geçmek.
akademik akademi azası.
akademiya r. akademi.
akak 1. kehrübar; 2. kırmızı akikten halka (ziynet) ; akak taş renkli, kıymetli taşlar.
akakta- 1. dilini çıkararak sık sık solumak (köpek hakkında) ; tilin sunup akaktap: dilini çıkararak ve sık sık soluyarak; 2. takatten düşmek, bitkin bir halde bulunmak; akaktap cıgıldı: kuvvetten düşerek yıkıldı.
akaktoo işs. akakta-dan.
akalakçın Çinde Kırgızlar arasındaki bir memur (Çini Türkistan’da oturan müslümanlar arasındaki şañıya gibi) .
akar akar-çakar: tecrübeli, haberdar insanlarla muamele etmenin kaidelerini bilen.
akarat a. hakaret, tahkir, akarat kıldı: tahkir etti.
akbar a. en büyük, ekber (allahın sıfatı) .
akça I, 1. sikke, para; kagaz akça: kağıt para; kümüş akça: gümüş para; 2. es. maliye, akça bölümü: maliye şubesi; akça inspektri: maliye müfettişi. II, beyazımtırak, oldukça beyaz, oymoktoy oozum, akça cüzüm folk. : küçücük ağzım, akça yüzüm.
akçalata = akçalay.
akçalay para ile, nakden; akçalay berdim: para verdim, nakden verdim; akçalay mayana: para olarak verilen iş ücreti.
akçaluu paralı, zengin; akçaluubusuñ? : paran var mı, üzerinde para bulunuyor mu?
akçasız parsız, parası olmayan.
akçasızdık parasızlık.
akçı kendisinin veya başkasının suçunu inkar eden adam.
akçılan- yalandan kendisini haklı çıkarmaya çalışmak, suçunu inkar etmek; akçılanıp kün murun keliptir: vakti zamanında geldi ve kendisinin haklı olduğunu temin etmeye başladı; akçılanıp ıylap iydi: kendisinin haklı olduğunu ispat etmek için ağladı bile.
akçıldoo beyazımsı, akçıl.
ake 1. baba; 2. (bazı bölgelerde) = ata I; 3. amca (yaşça büyük erkeğe hitap tarzı) ; 4. (çokca "ke" şeklinde olmak üzere) yaşça büyük olanlara karşı saygı ifadesi için yarayan söz; atake: babacık; eneke: annecik, eceke: hemşirecik (büyük hemşire için) .
akı a. hakedilen şey, birisinin alınmaz hakkı olan; mende akıñ cok 1) ben sana borçlu değilim, benden hiçbir alacağın yoktur; 2. senin bana karşı hakkın yoktur; akısın aldı: hakkını aldı; akım ketti: hakkımı kaçırdım, bir som akımdı cep ketti: bir rublemi yedi; akısın cedirbeyt: hakkını yedirmiyor: hakkını bırakmıyor; akıbızdı duşmanga ketirbes: bizim menfaatlerimizi düşmana geçirmez; kızmat akı: iş ücreti; cetim akı 1) öksüzlere ait olan kısım; yetim malı, mülkü; 2) koyun çobanına emek mukabilinde verilecek hisse; taman akı: iş ücreti (başlıca hayvan gütmek mukabilinde) kirüü akısı: bir şirkete veya cemiyete intisabederken verilen ilk para; köz akım bar: "görüş" hakkım vardır (diyelim, etin nasıl doğrandığını görenin bir parça ete hakkı vardır) .
akıbal a. = abal II; al-akıbal: vaziyet, ahval, şartlar.
akıl a. idrak, akıl, iz’an; kebiñ akıl: akıllı konuşuyorsun, ciddi konuşuyorsun; akıl körsöt- yahut akılayt- : fikir vermek, yol göstermek; akıl oylo- : düşünmek; her yandan düşünmek, eni konu düşünmek, men bir akıl oylop turam: ben bir şey düşünüyorum; akıl sal- yahut akıl sura-: danışmak, danışmak için başvurmak; katınına akıl saldı: karısına danıştı; akılga tüş- : fikrini değiştirmek, akla gelmek; aklıña tüşö kör- : aklına getirmeye çalış; akılga sal- : akıl etmek, mülahaza eylemek; bulardın sözün akılga salıp: bunların sözünü mülahaza ederek, tartarak; akıl tap- : akıl erdirmek, farkına varmak, akılanmak; akıl taptım: (bunda ne yapmak lazım geldiğinin) farkına vardım; tabılgan akıl: ustaca düşünülmüş, iyi bulunmuş; akıl kıldık: kararımızı verdik, lüzumlu bulduk; akılga ceñdir bk. ceñdir, akılım ceñip bk ceñ II; akılım cetpeyt: aklım almıyor, anlayamıyorum; akılga mıktap tokuñar folk: hakkiyle aklınıza koyunuz.
akılaştır- haklaşmaya yardım etmek, haklaştırmak (üçüncü eşhas hakkında) ; haklaşmaya icbar eylemek; eköön akılaştırıp akısın alıp ber: onlara haklaşmaya yardım et.
akılaştıruu haklaşmaya yardım etme (üçüncü eşhas hakkında) .
akılaşuu haklaşma.
akılat = akilatnoy.
akılçı 1. müşavir; 2. akıl öğreten.
akılda- 1. pek fazla susamak; 2. şiddetle arzu etmek; 3. acele etmek, ivmek.
akıldaş I, 1. müşavir, akılca birbirine denk olan; 2. fikirdeş, hemfikir.
akır a. 1. son, ahır; akırı-ayagında yahut akırı-ayagı: en sonunda, nihayet; akır zaman dn: dünyanın sonu, ahır zaman; 2. son; 3. nihayet, işin ucunda. II, f. yemlik, yem teknesi. III, akır-çikir: eski püskü şeyler.
akırañda- fırlamak (gözler hakkında) .
akırañdat- et. akırañda-dn; közüñdü akırañdatpa! : gözlerini faltaşı gibi açma!
akıray- etrafa bakınmak, şaşkın gözlerle bakmak, gözlerini geniş açmak; közü akırayıp, oozu çormoyo tüştü: gözleri bebeğinden fırladı, dudakları sarktı.
akırayt- et. akıray-dan.
akırayuu işs. akıray-dan.
akırek köprücük kemiği, göğüsün köprücük kemiği yanındaki kısmı; akırekte koş kaltek folk. : göğsünde iki tane küçücük cebi var.
akıret a. dn. öteki dünya, ahret; kefin akıret: kefen.
akıretçil ahrete umut bağlayan.
akırın yavaş; akırın süylö- : yavaş konuşmak; akırın cür- : ağır yürümek.
akta I, eyerdin aktası = aktırga. II, iğdiş at. III, 1.ağartmak; taruu akta- (kavrulmuş) darıyı ayıklamak; 2. kabahatsiz bulmak, kabahatsiz çıkarmak; enesinin sütün aktadı: annesiyle alakadar oldu, anasına, terbiyesi için, şükranda kusur etmedi; partiyanın işeniçin aktay algan: partinin itimadını haketti.
aktık I, beyazlık, aklık. II, suçsuzluk, haklılık; aktık ber- : suçsuzluk delili ileri sürmek ( yemin etme, şahitlerin ifadeleri v.s. gibi vasıtalarla) . III, son.
aktırga eğer kaşının yan kısımları.
akti r. akt. akıt; grajdan cayının aktisi: medeni durum akdi; üstünen akti kıl- (birisi hakkında) zabıt tutmak.
aktip kon. = aktiv.
aktiv r. 1. aktiv; 2. devlet müessesesinde veya amme teşkilatında çalışan memur.
aktivdeş- aktifleşmek.
aktivdeştir- aktifleştirmek.
aktivdeştiril- müt. aktivdeştir-den.
aktivdeştirüü aktifleştirme.
aktivdeşüü işs. aktivdeş-ten.
aktivdik aktiflik; aktivdik menen. faal bir tarzda.
aktivdüü aktif, faal; aktivdüü katnaş: aktif suretke iştirak.
aktivdüülük faaliyet, aktivite.
aktoo 1. ağartma; 2. suçsuz çıkarma.
aktsioner r. hissedar.
aktsiz r, (accise) , oktruva.
aktuu beyazlı; aktuu koy: içinde beyaz koyunlarda bulunan koyun sürüsü.
akuşerkelik ebelik; akuşerkelik punktu: ebelik merkezi
al I = al, alga bas- : ileri hareket etmek, terakki etmek; alda: ileride. II, o, şu (genitif: anın: onun) ; dataga, aa, agan: ona, şuna, şunun yanına, ak. anı onu; lok. anda: onda, orada, ozaman; abl. andan: oradan, ondan, ondan sonra, sonra: al emes: şu değil, o değil, al cerde: orada, şu yerde; anı menen birge: onunla birlikte, şununla beraber, şununla aynı zamanda; an üçün yahut anın üçün: onun için, şunun için, şundan dolayı, şu sebepten; ansız: onsuz, şunsuz: ansız da berem : şunsuz dahi veririm, ben öylede veririm; agançeyin: şuna kadar, o esnada; anısı: şu onun (ona ait olan), onlardan şunu: anısı da eçteme emes: (onun) busu hiçbir şey değil, bu, şöyle böyle. III, a. 1. kuvvet, kudret; alım ketip turat: gevşeklik hissediyorum; alı az: hali az, dermansız; can alı kalbay calınat: bütün kuvvetiyle rica ediyor, yalvarıyor; can alı kalban kubandı: gayet sevindi, kendisini kaybedercesine sevindi; aldan tay- : bk. tay IV; 2. vaziyet, halet; alı caman: fena vaziyette, hali fena; caman alga tüştüm: fena vaziyete düştüm.
al- IV, 1. almak; katın al- : karı almak, evlenmek; algan 1) almış; 2) koca, karı (zevce); alganım 1) almışım, benim aldığım nesne; 2)kocam, karım; alganıñ 1) almışın; 2) kocan, karın; kançalık caman bolso da, alganıñdan sürdöysüñ folk. : kocan nekadar kötü isede, onun karşısında korkuyorsun; alıñar: alınız ( yiyiniz) alıp ket- : 1) götürmek (vasıtasız veya vasıta ile); 2) bozmak (mideyi) ; bir parça iç yumuşamak; süt içimdi alıp ketti: süt midemi bozdu; alıp kel- : getirmek (vasıtasız veya vasıta ile) tedarik etmek; alıp bar- :söylerken sık sık alpar, apar denir. götürmek, vasıta ile götürmek, sürüp götürmek; cıyın (yahut cıynalış) alıp bar-: toplantıyı idare etmek; alıp cür-: kendisiyle taşımak, daima kendisiyle bulundurmak; alıp ber- : 1) sunmak 2) herhangi birisi için satın almak, hediye olarak satın almak; atam maga tay alıp berdi: babam bana tay satın aldı; alıp kal- : 1) kendinde bırakmak; 2) kurtarmak; ala sal- bk.sal IV 7; al emese, baştadım: o halde ben başladım; aldım- cuttum. dolandırıcı, kalleş; bet al- bk. bet 5; 2. tesellüm etmek; kat aldım: mektup aldım; 3. satın almak; at aldım 1) at aldım; 2) at satın aldım; 4. (av kuşu hakkında) : yakalamak, kapmak; 5. yardımcı fiil rolünde: 1)baş fiilin hal zaman gerondifi ile birlikte "al" imkan ifade eder (eğer müsbet şekilde ise) , yahut imkansızlık ifade eder (eğer menfi şekilde ise): çıga alamın: çıkabiliyorum, yukarı çıkabiliyorum; kire alasıñ: girebiliyorsun; okuy alat: okuyabiliyor; bara albayt: gidebilmiyor; kıla albaysıñ: yapamazsın; okuy albadım: okuyamadım; ala albadıñ: almadın; 2) baş fiilin geçen zaman gerondifi ile birlikte ise, "al" daha fazla iş yapanın bu işi kendisi için yaptığını ve iş neticesinin iş yapan şahsa tevcih edildiğini gösterir (ber-fiilinin hilafına olarak) ; satıp aldım: satın aldım (kendim için) ; cep aldım: bir parça yedim; kılıp aldım: yaptım (kendim için); cüzün aarçıp aldı: kendisinin yüzünü sildi; catıp aldı: yattı; uyumak için uzandı; oturup aldı: oturdu, gereği gibi oturdu; üydön kempirin çakırıp aldı: evden koca karısını çağırdı; töşünö bir karap alıp: göğsüne bir göz atarak; kirip al- : sokulmak, içeri dalmak; bolup al- : oluvermek "yapılmak" (herhangi biri tarafından) .
ala 1. benekli, alaca; al too: karlı dağ; ak ala: beyaz benekleri olan; kara ala 1) doru benekli, kara alaca; 2) kartal yavrusu; kök ala: açık mavi benekleri olan, külrenkli kula; kök ala kıl- : vücutta (vurmaktan: M.) mor renkler varlığa getirmek; ala koydoy soyup: yarı ölü haline gelinceye kadar döverek; kök ala sakal: kır sakal; kızıl ala kıl- : kan akıtırcasına vurmak; toru- ala: doru kula; çaar ala: benekli kula; boz ala 1) beyazı galip olmak suretiyle kül rekli kula; 2) pürüzlüce toz tabakasıyla örtülmüş; 3) mec. terzil edilmiş, rüsva olmuş; öñü boz ala: rezil olmuş; iştep közü boz ala bolgon: gözü kararıncaya kadar çalışmış; ala ayak: beyaz ayaklı; ala tuyak bk. tuyak I; böksönün alası: kartalın bir çeşidi; ala küü bk. küü; ala küülön bk. küülön; ala çakmak bk. çakmak; ala-bula: alaca bulaca, rengarenk; ala-kula 1)kurt renginde olan kula; 2) mec. darmadağınık, inhilal; ala-kula kılıp cibar- : çığırından çıkarmak, inhilal ettirmek; ala-kula kör- : herkese aynı gözle bakmamak, birini üstün, ötekini alçak saymak; 3) müsavi olmayan; ala- kual eli bar cer: çeşit çeşit kavimlerin bulunduğu ülke(mahal); ala köödön: saf, hilesiz( çokça bahadırlar hakkında); ala kolduk: eli temiz olmamaklık; 2. ayrı gayrılık, ittifaksızlık, inhilal (ihtilaf), müsavi olmayan; ala tabak tarttırbay: herkese aynı yemeği vermeyi emrederek (birine daha lezzetlisinive daha fazla, ötekine daha kötüsünü ve daha az vermeyerek); ayıl iti ala bolso da, börü körsö-çogulat ats. : köy köpekleri kendi aralarında birbirine düşman olsalarda, kurdu görünce birleşirler; 3. cüzam; 4. ala cazdan: baharın başlangıcından; ala caydan: yazın iptidasından; 5. mec. namussuzluk; adam alası içinde, mal alası tışında ats. : insanın namussuzluğu içerisindedir, hayvanınalası dışındadır.
alaa 1. baldırın dış tarafındaki ince ve uzun kemik;2. (don) ağı; alaası cok şım: çocuk donu (yırtmaçlı, ağsız) .
alaagan sık sık alam, çok alan, çok almaya tehalük gösteren, aç gözlü; bereegenkolum alaagan ats. : cömert (çok veren) elim çok alıyor da.
alaamat a. 1. çok güç olan, ıztıraplı şey; tabiatın getirdiği felaket, şiddetli kar tipisi ve s. ; 2. alamet, ayırıcı vasıf.
alaamattık tabiatın doğurduğu ve sebebi belli olamayan şey.
alabakan = al bakan (bk. bakan) .
alabarmanda- telaş etmek; ot alabarmandap canat: ateş kararsız yanıyor (bir söner gibi oluyor, bir bakarsın, şiddetlice alevleniyor); corgo alabarmandap cakşı salbay koydu: yorga at kararsız koştu.
alabarmandan- mut. alabarmanda-dan.
alabuga tatlı su hani balığı, Perca fluviatilis.
alaça 1. bir çeşit yollu pamuklu kumaş; 2. bel alaca (Rad.) : bir at donu ismi.
alaçık küçücük keçe ev, obacık; kulübe, salaş; kan üyünüñ tardığı, kara alaçagımdın keñdigi ats. : dar olsunda zor olmasın (harfiyen: han evinin darlığı, benim kulübemin genişliği) .
alagdılan- fikrin bir yana sapması, duraklamak; bir işke alagdılanıp: bir iş yüzünden gecikerek.
alagdılık dalgınlık.
alaaguu bir nevi yabani orman güvercini.
alak dışarı fırlamış, çıkık (gözler hakkında); alak közdüü: gözleri dışarı fırlamış olan; alak-culak et- : korkaraketrafa bakmak.
alakaçma bk. kaç.
alakaçtı bk. kaç.
alakan avuç; alakanın çap koydu: el çırptı, avuçlarını birbirine vurdu; alkanga sal- : methü sena ederek yükseltmek, saygı göstermek ((harfiyen: avuca koymak); kamçının aşkanı (yahut düzce alakan) : kamçıyı sapıyla birleştiren kayış; uuktan alakanı bk. uuk; kur alakan yahut kuru alakan: boş elle, boş avuçla; kur alakan keldim: boş elle geldim, hiçbir şey getirmedim; elime hiçbirşey geçmedi.
alakanda- avuçlamak; alakandap eş- : bir nesneyi avuçlar arasında sıkarak bükmek; kamçı alakanda- : kamçıyı sapına bağlamak.
alakçı 1. aldatıcı; 2. mec. bu dünya (öteki dünyadan ayırmak üzere) .
alakçıla- 1. bir işi başkalarından gizlice yapmak; alakçılap şüylöş- : başkaları duymasın diye kuytu bir mahalde konuşmak; 2. birisini üstün tutarak, müsavatsızlıkla muamele etmek.
alaket a. mahvolma, halak olma; can alaketke tüşüp iştedi: bütün kuvvetini sarfederek çalıştı.
alakolduk = ala kolduk (bk. ala 1) .
alaksı- 1. rahatsızlanmak, fikren pek fazla meşgul olmak; alaksıp kaldım: dikkat etmedim, dikkatim başka tarafa çevrilmişti; 2.bakınmak.
alaksıt- birisinin dikkatini başka tarafa çevirmek, oyalamak.
alaksıtuu işs. alaksıt-tan.
alakta- bakınmak, korkarak etrafa bakınmak, gözlerini geniş açmak.
alaküülön- bk. küülön.
alal = adal.
alala- alacalanmak, beneklerle örtülmek; alalap –kulala- : müsavatsızlıkla muamele etmek (berikini daha iyi, ötekini daha fena saymak, birinisevmek, ötekini hor görmek) .
alalda = adalda.
alaldoo işs. alalda-dan.
alalık 1. alacalık, müsavatsızlık; ataga balanın alalığı cok ats. : baba için bütün çocuklar müsavidir; 2. nifak (bozgunculuk) ihtilaf, darmadağınıklık.
alaluu alacalı, tamamıyla alacalardan müteşekkil olan; alaluu cılkı 1) içinde benekli atlar bulunan at sürüsü, 2) şüpheli at sürüsüdür, ki içinde çalınmış atlar bulunduğu tahmin edilebilir.
alam I, acele, iveklik; alam saat: dakikasında, göz kırpmaya yetişmeksizin; aş içken- alam saat ats. : yemek yemek ehemmiyetsiz iştir (bunu çpk çabuk yapmak mümkündür); alam ur- 1) acale etmek, bir işi acele yapmak; 2) atılmak, ileri yürümek. II, a. incitme, kızdırma; alam kıl- :incinmeyi mucibolmak, kızmaya sebebiyet vermek.
alaman 1. intizamsız saldırış, akın; alaman koy- (dağınık bir halde, teşkilatsız bir tarzda) hücuma geçmek; 2. kalabalık (halk yığını); calpı alaman: yığın halinde; 3. baş alaman (yahut düpedüz alaman) : inhilal, intizamsızlık, kargaşalık (chaos), anarşi; baş alaman bol- : şaşalamak
alamançılık = alamandık; baş alamançılık: içinden çıkılamayacak bir durum, anarşi.
alamandık baş alamandık karmakarışıklık, içinden çıkılmaz durum, anarşi.
alamandoo işs. alamanda-dan.
alamay (ala+may) bir parça "may" (yağ) karışık; alamay tuuralgan et: yağ karıştırarak doğranmış et; beye alamay çıgıp kaldı: (kesilmiş) kısrak pek okadar semiz çıkmadı.
alamık alaca, tek renkli olmayan, beyaz benekleri bulunan; alamık et: seyrek ve ince yağ tabakacığı ile örtülmüş olan et; alamık kar (yerin ancak şurasını burasını örten kar) .
alañ = alagdı; alañ köz: büyük gözlü.
alañda- bakınmak, korkarak, gözlerini geniş açmak.
alap I, ufak doğranmış kuru ot, arpa ve kepek halitası (hayvan yemi) . II, 1. alap-şalap: tam bolluk durumu; alap-şalap toytuk: adamakıllı doyduk; 2. alap-çelep bolup turam: nedense, içimde bir sıkıntı var.
alarman alacak olan kimse, tesellüm eden; alarmanga altoo az; berermenge beşöö köp ats. : alana altıda az, verene beşte çok.
alas 1. ardıç dumanıyla tütsüleme (sahte tabiplerin tedavi usullerinden); alas- alas balaketten kalas (dua ve tazarru) : alas-alas- felaketten halas (kurtuluş) ; 2. alas ur- : kudurmak (tehevvüre gelmek), taşkınlık etmek.
alasa I, alçak; alasa boyu: kısa boylu. II, 1. (birisinden) alacak; sizden akça alasa bolsom: eğer sizden para alacağım olursa, eğer ben sizin alacaklınız olursam; 2. alasa car: alınacak (mukadder) yar (sevgili kadın); alasa carıñ men emes folk. : senin alacağın kadın ben değilim, benim varacağım adam da sen değilsin.
alasaçı alasaluu: alacaklı.
alaskı = alaksı.
alaskıt- = alaksıt; sen meni alaskıtpa, columan kaltırba: beni lafa tutma, yolumdan alıkoyma; balasın alaskıtat: çocoğunu avutuyor, meşgul ediyor.
alasta- 1. ardıç dumanıyla tütsülemek (sahte tabiplerin tedavi usullerinden) suu menen alasta- : (hastanın başını) buharla ıslatmak; 2. koğup çıkarmak.
alaş 1, tar. Kazakların cidale davet haykırışı; 2. (Rad) : başka kabileden, başka mahalden, yabancı; 3. alaş ordo ist. Kazak aksi inkilap teşkilatı.
alaşa güzel, sevimli; alaşa kelin, suluu kız folk. : güzel gelin, sevimlikız.
alaşta- 1. "alaş!" diye bağırmak (bk.) alaş, cidale davet haykıruşı olarak; 2. (Rad.) ecnebi gibi hareket etmek, yabancı, ecnebi olmak.
alatkak dev nevinden bir varlığın adıdır.
alay I, dülöy sözünün teki: alay dülöy. II = anday.
alay- III, 1. korka korka bakınmak; közü korkkon töödöy alaydı: gözleri korkmuş deve gözü gibi yerinde duramıyordu; 2. feri kaçmak, cansızlaşmak (gözler hakkında) .
alayt- et. alay III den; köz alayt- : gözlerini geniş açmak, çehresinde korku alametleri göstermek.
alayuu işs. alay III ten.
alba a. helva.
alban a. renk nevi, çeşit (arapça elvandan: M.) ; alban yahut alban-alban: rengarenk, mütenevvi; eçen alban door bolgon: türlü zamanlar oluşmuştur; alban-alban külük bar, alına karay cügüröt ats. türlü türlü yürük at vardır, ki her biri yapabildiği kadar koşar; alban-türdüü: muhtelif, her neviden.
albar albardan tayıgan: hırpalanmış.
albars 1. bulat: iyi çelik; bulat kılıç; 2. deri hastalıklarını tedavi etmek için kullanılan bir zehirin adıdır.
albarstı mit. dev nevinden kadın varlık (güya geceleri, çocuk doğuran kadına zara ika ediyor ve onun boğazını sıkıyormuş) .
albay- sarkmak (mesela kalın dudak hakkında) .
albayt- et. albay-dan
albette a. elbette, şüphesiz.
albettüü = alibettüü.
albın tedavi ederken tazarru. (bk.) tütök.
albır- nur saçmak, parlamak, alevlenmek, tutuşmak, kızarmak (yüz hakkında) , heyecana gelmek; ot albırıp küyüp atat: ateş alevleniyor; albırgan bet: parlak, pembe yüz.
alçakta- = alçañda; at alçaktap basat: at güzel bir tavırla etrafına bakınarak sağlam adımalarla ilerliyor.
alçaktat- et. alçakta- dan; attı alçaktatıp: atı canlı adımlarla yürüterek.
alçañda- 1. azamet taslamak; atıñ alçañdap basat: atın azametlice yürüyor (adım atıyor); 2. kendisini serbest, sade tutmak, serbest görünmek; biröönün üyündö öz üyündöy alçañdayt: yabancı evde, kendi evinde imiş gibi serbest davranıyor.
alçañdat- et. alçañdat
alçañdoo 1. azamet taslama; 2. teklifsizlik gösterme, serbest davranma.
alçay- ürpermek, apışmak; alçayıp atka mindi: bacaklarını apışarak, ata bindi atan töödöy alçayıp: iğdiş deve gibi apışarak.
alçayış- müş. alçay- dan.
alçayt- et. alçay- dan.
alçaytuu işs. alçayt- tan.
alçayuu ürperme, apışma.
alçı aşık kemiğinin ve taa denilen kısmın (bk. taa, 1) karşıtı olan yanıdır, ki (en ziyade kazandırıcı sayılmaktadır) ; alçı- taasın añtardı: onların evsafını ve hususiyetlerini inceden inceye tetkik etti, kimin ne olduğunu ve ne işe yarıyacağını tamamiyle meydana çıkarıdı; işi bütün incelikleriyle anladı; alçı tüşpöy taa tüştü: işin kazançlı değil de, zararlı olduğu anlaşıldı; alçı- taasın cegen yahut alçı taasın kemirgen: kurnaz, sokulgan (oğlan hakkında)
alçılan- 1. yakışıklı bir yürüyüşle yürümek, yakışıklı gözükmeye çalışmak; alçılangan cigit: yiğit tavırlı, yakışıklı delikanlı; 2. temeddüh etmek, övünmek.
alçılant- et. alçılan- dan; attı alçılantıp bastırdı: atı yiğitçe yürüttü; tebeteyin alçılantıp kiyip: kalpağını yakışıklı bir tarzda giyerek.
alçılanuu işs. alçılan- dan.
ald yahut aldı (âdet olduğu üzere mülkiyet zamirleri ile kullanılır) , 1. ön; ön kısım; aldında: önünde; ona göre önde; aldı menen: her şeyden önce; birinçi attanıp, aldıga bastırdı : birinci olarak ata bindi ve başkalarından önde yürüdü; aldı- artın karabastan: etraflıca düşünmeden, ihtiyatsızca; aldınan öt- : (herhangi birisine) ihitiramkârane ricada bulunmak; sakalduulardın aldına öttü: ihtiyarlara ihtiramkârane bir rica ile müracaat etti; aldınan çıgıp keldi: karşısına çıktı; aldıda: önde; 2. öz aldınça: kendi başına müstakillen; öz aldınça kün köröt: kendi igeliğiyle yaşıyor, kendi rızkını kendisi kazanıyor; aldı aldınan buzulup folk. : kendiliklerinden çözülerek (inhilâl ederek); 3. en iyi; adamdın aldı: en iyi adam; 4. aldıñan keteyin, yahut aldıña keteyin okş. ; sevgilim (harfiyen: senden önce gideyim, yani bensenden önce öleyim de, sen uzun yaşa); 5. aşağı; aşağı kısım; kilemdin aldında: kilimin altında; mıltıktın aldına aldı, tüfek ateşi altına aldı, ateş etmeye başladı; kol aldında: tabiiyette, itaat altında.
alda I, a. allah; ilah. II, alda kanday: nasıl olduğu belli değil; bir..; alda kaydan 1)bilmem nereden; 2) uzaklardan; alda emne: bilmem ne; alda kim: bilmem kim; alda kança köp: çok fazla. III, alda sen ayye! : vay, sen ne budalalık yaptın! ; vay ne fena yaptın! IV, bk. al I
alda- V, aldatmak, dolandırmak.
aldaganday = alda kantay(bk. alda II)
aldagıç ; aldatıcı.
aldakı mevcut olan,şimdiki hal; aldakı emne? : bu ne? ; aldakı koluñdaki emne? : ellerindeki nedir? aldakı türüñ menen kantip konokko barasıñ? : bu kıyafetle nasıl msafirliğe gidersin?
aldam ; aldatış.
aldamçı aldatıcı.
aldamçılık aldatma, kafese koyma.
aldan I, önden. II, aldanmak, aldatılmış olmak.
aldant- dalalete düşürmek, aldatmak.
aldar aldatıcı (bk. kösöö).
aldarak bir parça önde.
aldas aldas ur = aldasta.
aldasta- 1. kıvranmak (ağır hastalık esnasında ateşten); 2. şiddetli sıkıntı içinde bulunmak; cürök aldastap turat: kalp sıkıntıdan çarpıyor.
aldastat- et. aldasta- dan.
aldastoo- işs. aldasta-dan.
aldaş- birbirini aldatmak, hep birlikte aldatmak.
aldat- et. alda V den; saaaldattım: sana aldandım.
aldattuu işs. aladat- tan.
aldayar a- f. tar. hanın, hükümdarın, padişahın hürmet ifade eden ünvanı.
alde = alda II.
aldey- ninli! (beşik sallarken söylenen ninnilerin sonuna ilâve edilen nakarat).
aldeyle- ninni ninni!demek, ninni söylemek.
aldeylen- kendisi için ninni söylemek, ninni söylenerek uyutulmak.
aldeylent- et. aldeylen- den.
aldeyleş- müş. aldeyle- den.
aldıkatkan bk. kat IV
aldıkı = aldakı.
aldıñkı 1. öndeki, önde bulunan, ileri gelen,; aldıñkı sınıptagı baldar: yukarı sınıf talabeleri; aldıñkı kişiler: ileri gelen adamlar; 2. alttaki.
aldır- 1. almaya misaade etmek veya almayı emretmek; tedarik atmeye misaade etmek yahutemretmek; uşu kitepti taşkenden aldırdım: bu kitabı (ısmarlamam üzerine) bana Taşkent’ten tedarik ettiler; sır aldır- : sır öğrenmeye müsaade etmek;omuroodon aldırıp: göğsüne kadar girerk(hayvan hakkında); bet aldır- : bk. bet 5; 2. çaldırmak,eşyası çalınmış olmak;aldırgan enesinin koynun açat ats. : eşyası çalınan adam(çalınan eşyayı aramak üzere) annesinin koynunu karıştırır;atımdı aldırdım: atımı çaldırdım(daha bir örnek bk. kuu 1);oozunan aldırgan börüdöy yahut aldındağı aşınaldırgansıp: aptalca şaşlamış suratla (kendisini) yendirmek, yenilmiş olmak, dayanamayıp düşmek; küröştö aldırdım: güreşte yenilmiş oldum,beni yendiler;kolu-butun suukka aldırdı: ellerini ve ayakalrını dondurdu;möröy aldır- , bk. möröy 2)eç kimge aldırbayt: kimse karşısında alt olmuyor, kimseden çekinmiyor; aldırıp salbagay ele! : korkarım ki bir gaf yapmasın!; otoogo aldırgan egin: fena otlarla kaplanmış ekin; arakka aldır- : sarhoş olmak; arakka aldırgan kişi: votkadan sarhoş olan adam.
aldırtan 1. önden; 2. aşağıdan, alttan; aldırtan karap koy- : göz ucuile (işvekârlıkla) bakmak; abıdan içtiküygüzöt aldırtan karap koygonuñ folk: senin işven insanın bütün içini yakıyor; 3. mec. gizlice, mahremane.
aldıruu işs. aldır- dan.
aldoo aldatma, aldatım.
aldooç = aldagıç.
aldooçu = aldagıç.
aldooçuluk aldatma faaliyeti, aldatış.
alduu 1. kevvetli muktedir, kudretli; 2. zengin, hali vakti yerinde olan; alduu kişi: zengin adam.
alek I, bir çeşit pamuklu, yolu kumaş. IIa. talâş, uğraşma, ıstırap, balañ ıylap meni alek kıldı: çocuğun ağlayıpbeni fazla rahatsız etti; meni alek kılbaçı: beni üzmesene,arkim öz canı menen alek: herkes kendi hayatını korumakla meşguldür,alın bilbegen alek ats. halini bilmeyen (hesabını bilmeyen) adamzahmet çeker; alekdelek: acelelikle telâşla. III = alik.
aleki aleki saat: çabucak, dakkasında; aleki saatta barıp keldi: çabucak gidip geldi.
alekimasalam bk. salam.
alekten- uğraşmak, fazla meşgul olmak, sıkıntı çekmek.
algır iyi kapan, yakalıyan; algır kuş: iyi yakılayan(avlayan) kuş, algır taygan: iyi avcı köpek (av köpeği)
algıs = algısız.
algısız sözgö algısız: konuşmak ve danışmak için çağrılmıyalikadı olmıyan kimse, bir colu kalpıñ bilinse, sözgö algısız bolorsuñ ats. : bir kere yalan söylersen artık musahabeye iştirak edemezsin.
algış = alkış
algoo şu aşağıdaki yollarla karşılıklı yardımda bulunmak; 1) toprak sürmek için birbirine hayvan vermek; 2) birbirine kendisininemeğiyle yardımda bulunmak.
algooloş- (ziraat işlerinde) birbirine yardım etmek.
algooloşuu işs. algooloş- tan.
alık (Rad) yükseklik, tepe.
alım 1. haraç,mükellefiyet; alım al- : tar. haraca almak; alım sal- : haraca kesmek; 2. tokuz korkol oynarken kazanma (bk.korkol); 3. rüşvet;alım- berim sütü bar uy: ortaca süt veren inek; 4. mat. suret (kesrin sureti) ; pay.
alımça alma (koşumça’nın karşıtı) buga alımça- koşumçalar cokpu? buna değişmeler, katmalar yok mu?
alımsak = alasa II; bir kişide ala turgan alımsagım bar: bir adamda alacağım var.
alımsın- tatmin edilmek; it ayagın calamayınça alımsınbayt ats. : köpek kabını tamamiyle yalayıp bitirmeden tatmin edilmiş olmaz.
alımsınarlık tatmin ederlik (kendisiyle tatmin edilebilecek olan şey).
alımsındır- tatmin etmek.
alımsındırarlık tatmin ederlik (tatmin edebilirlik) ; kılgan işteri alımsındırarlık emes: yaptığı işler tatmin ederlik değildir.
alımsındıruu tatmin etme.
alımsınuu tatmin edilmiş olma.
alın- 1. alınmış, tesellüm edilmiş olmak;daarat alın- : folk. aptes almak (dinî ayin) ; 2. satınalınmak; 3. hoşa gitmek, itimat, sempati kazanmak; bat ele kişige alınıp ketet: çabucak itimat, sempati kazanıyor; koy kozusuna alındı: koyun (bir defa bıraktığı) kuzusunu yeniden kabul etti.
alıp = alip.
alıpkaçtı bk. kaç.
alıpsatar bk. sat.
alıs kuzak, uzaklık; alıska ketti: uzağa gitti; alıstan keldim: uzaktan geldim; kün alıs: gün aşırı; kün alıs gel- : gün aşırı gelmek; başınan alıs attım: onun başı üzerinden ateş ettim (attım).
alısın çayır biçildikten sonra yeniden biten ot.
alsında- bitmek (çayır biçildikten sonra yeniden çıkan ot hakkında) ;çöp alsındadı: çayırda ot yeniden bitti.
alıskı uzak, uzaktaki.
alısta- uzaklaşma; yadırgamak; kün alıstap: gün aşırı (her gün değil) ; kün alıstap gazetakelip turat: gazeteler gün aşırı geliyor.
alıstat- uzaklaştırmak, uzağa atmak.
alıstatuu işs. alıstat- tan; uzaklaştırma.
alıstık uzaklık; miñdegen kilometre alıstıkta turat: binlerce kilometre uzakta bulunuyor.
alış I, yana çıkarılan kanal, büyük ark. II, alış, tesellüm;alış- beriş: alışveriş, karşılıklı mübadele.
alış- III, birbirinden almak; hep beraber almak, ot alış- : birbirnden ateş almak; mec. dost yaşamak; ot alışpasboldu (kadınlar hakkında) : aralarında bütün münasebetleri kestiler, kavgalıdırlar; es alış- : hep beraber dinlenmek; ün alış- : (hayvanlar hakkında) birbirinin boynuna başlarını koymak; kız alış es. : karşılıklıca evlenmek (biri ötekisinden, ötekisi berikisinden kız almak) ; karşılıklıca kız alabilmek derecesindeki akrabalık (kabileler, oymaklar mübessilleri arasında) ; şilekey alış bk. şilekey; 1. kapışmak; 3. dövüşmek (aygırlar hakkında).
alışman alışman- berişmen 1) aralarında ticarî münasebetlerde bulunanlar, alışveriş edenler; 2) birbirine yardım edenler; 3)ahbaplar.
alıştır- 1. birbirine tutşturmak; aygır alıştır- : aygırları birbirine kışkırtmak; 2. karıştırmak, yuğurmak, birbirine karıştırmak, katmak; değiştirmek, birini alıp ötekini koymak, çeşitlendirmek; et alıştır- : (haşlanmış ufak doğranmış) eti çevirerek karıştırmak; cegeniñdiköp körböym alıştırganda az bolbosom ats. : başı kıymetli değil, sonu övülmüş olsun (harfiyen: et doğradığın zamançok yiyorsun demiyorum, yalnız karıştırdığın zaman ve sunduğun zaman az çıkmasın.)
alıştıruu işs. alıştır- dan.
alışuu işs. alış- III ten; kız alışuu es. karâbet ve din bakımından) olan münasebetlerde karşılıklıca kız almıya müsait olan durum; bikir alışuu: fikir taatisi.
ali a. henüz, daha, şimdicik; ali kelgen cok: henüz gelmedi; ali keldim: şimdicik geldim; alige yahut aligeçe;şimdiye kadar, henüz; alige cok: henüz yok; alige deyre yahut ali küngö: bu zamana kadar; ali da balso: hâlâ, o takdirde bile.
alik a. (müslümanlarda) selâmın cevabıdır; alik al- yahut salamga alik al- : selâma karşı cevap vermek.
aliment r. (karıya ve çocuklara verilen) nafaka.
alip a. elif, alfa (arap alfabesinin birinci harfidir ve dikey küçük değnek şeklindedir; alipti tayak dep bilbegen: karacahil (harfiyen: elifin değnek şeklinde olduğunu bile bilmeyen).
alk a. tabiat, seciye;alkı buzuk yahut alkı ketken: vicdansız, hayasız.
alka I, caka ve şalka sözlerini tekidir; alka- cakadan al- : mec. gırtlağa sarılmak. IIa. dn. 1. dervişlerin dinî âyin yaparken topalanarak pturmalarından varlığa gelen daire; 2. dervişlerin dinî âyini.
alka- III, takdis etmek, hayır dua etmek.
alkak 1. çocuk beşiğinin her iki yanındaki kavisler; 2. çenber; 3. coğ. mıntaka; melüün alkak: mutedil mıntaka.
alkamdu a. dn. hamd (allaha şükretmek).
alkı şalkı sözünün tekidir; alkı- şalkı.
alkılda- şiddetle, gayretle ileri atılmak, nbaşını sallıyarak ileri doğru saldırmak.
alkıldaş- müş. alkılda- dan.
alkıldat- ileri atılanı durdurmak; alkıldatıp ur- : kurtulmıyaçalışanı bir eliyle tutarak, öteki eliyle dövmek.
alkıldoo işs. alkılda- dan.
alkım a. 1. gırtlak (hulkum : M.) , boğaz; cegeni alkımınansıgılsın! (başlıca rüşvet almalar hakkında) : yediği boğazına tıkansın! ; aş içse, alkımınan kürünöt (dilber hakkında): yerken yemek gırtlağından görünüyor (teni o kadar nazik) ; 2. dağ eteği.
alkın- nefes tutulmak, ateşlenmek, kızmak ileri atılmak, saldırmak, gayretle hücum etmek, taşkınlık etmek, ileir hareket etmek için özenmek; at alkındı: at ileriye atıldı; nar töönü örgö tartsa- alkınar ats. eğer deveyi yokuşa doğru çekersen, o, bütün kuvvetiyle ilerler.
alkınt- et. alkında- dan; altıñdı alkıntpa: atını ateşlendirme, ona gemi azıya almıya müsaade etme.
alp I, aşırı uzun ve iri boylu mefhûm insan cinsi (geant); bahadır, kahraman; ilgerkinin alpı köp, alpınan kalpı köp ats. : eski zamanlarda alplar çok olmuş, ancak kalpları (sahteleri) daha fazla olmuş; alp kara kuş bk. kuş I. II, alp dedire sugundu folk. : hırsla yuttu.
alpar = alıp bar (bk. al IV)
alpeşte- birisiyle fazla meçgul olma, bir çocukla uğraşır gibi uğraşmak.
alpeyle- yaranmak için uğraşmak; anı alpeyleyt: onun önünde yaltaklanıyor.
alpeyleş- müş. alpeyle- den; anı urmattaşat, alpeyleşet: onu sayıyorlar, onun karşısında yaltaklanıyorlar.
aluuçu 1. tesellüm edici; 2. satın alıcı (müşteri).
aluuçuluk satıp aluuçuluk bk. şık.
alximiya r. ilmi simya (alchimie).
amal a. 1. amel faaliyet, hareket; esep amalı mat. amelî hesap; tört amal: mat. : dört amel (ameli erba) ; teskeri amal mat. : makûs amel; 2. vaziyetten çıkmak çaresi, hiyle, kolayını buluş; amalı köp: kurnaz, hiylekâr, çevik, çareler bulan, çıkar yolunu bulan; amal cok: çare yok, çıkar yol yok, imkânsız; amalım caman tügöndü: ben gayet müşkül, içinden içinden çıkılmaz vaziyetteyim;amalın tababız: çaresini buluruz; emi amalım ne bolot: ben şimdi ne yaparım? , bu vaziyetten nasıl çıkmalı, şimdi bana çıkar yol nerede? ; amal barbı? : yapılacak bir şey yok, bu vaziyette ne yapılabilir?
amalda- bir kolayını bulmak, hiyleye başvurmak, işin içinden sıyrılmak; vaziyetten bir çıkar yol bulmak; amaldap al- : herhangi bir nesneyi almak için hiyleye başvurmak; amaldap karmadı: ustalıkla yakaldı.
amalduu çevik, işin içinden sıyrılmasını bilen, çıkar yolunu bulan.
amalkeç a- f. = amalköy.
amalköy a- f. hiylebaz, kurnaz, el çabukluğiyle iş gören.
amalsız 1. müşkül vaziyete konuşmuş olan; 2. zaruret ilcasiyle (bu mânâ ile daha fazla amalsızdan şekli kullanılır)
amalsızdık içinden çıkılmaz durum, müşkül durum.
aman a. mesut, tam eksiksiz; aman alıp kal- : mütezarrır olmadan kalmak; aman bol! : sağ ol! amansıñ bı? : 1) sağ mısın? ; zararsız mısın? ; 2) merhaba! ; aman aldıñbı? : herhangi bir şeyi bütün ve zararsız olarak aldın mı?
amanat a. 1. muhafaza edilmek üzere verilen şey; rehin; amanat kassası: tasarruf sandığı; 2) (bilhassa folklorda) sık sık “can” ın sıfatı olarak kullanılmaktadır: amanat canga ölüm ak ats. : emanet cana ölüm muhakkatır.
anan ondan sonra, sonra, ötekinden sonra; anan emine kılu kerek? : sonra ne yapmak lâzım? ; anançı? : öyle değil mi? , öyle değilse, başkaca nasıl olur?
anar f. nar (bitki ve meyva.)
anarxist r. anarşist.
anarxiya r. anarşi.
anarxisizm r. anarşizim.
ancı eki ancı: iki ihtimalli, şüpheli; köñülüm eki ancı bolup turat: müterreddidim; el eki ancı bolup uruş boldu: halk ikiye ayrıldı dövüş vukua geldi.
ancır f. incir.
ança o kadar, işte bu kadar, oldukça çok; ança emes : pek okadar (çok, büyük, iyi ve s.) değil; ançamınça: biraz; ança bolboy = añgıça bolboy (bk. añgıça).
anşalık o kadar, o derece; ançalık emes: pek o kadar değil; ançalık biyik emes: pek o kadar yüksek değil; işteri ançalık cakşı emes: işleri o kadar iyi değil.
ançeyin şöyle böyle; düpedüz; ançeyin keldim: böyle geldim (muayyen bir maksadım yoktur).
anda orada; o zaman; anda- mında: şurada burada; anda- sanda: arada sırada, nzaman zaman, nâdiren: anda- sanda kele koyot: arasıra geliyor.
andaala- muhteklif cihetlere dağılmak, darma dağınık olmak; andaalap çaap ketti (atlılar) : dağılıp gittiler; andaalap kar tüşüp turat: kar sepeliyor.
andagı oradaki.
andakı = andagı.
andan 1. ondan, şundan, oradan; 2.ondan dolayı, sonra, ondan sonra.
anday o gibi, bu gibi, böyle, öyle; anday bolso: öyle ise, o halde; anday (yahut alay) bolsun! haydi öyle olsun! (iyilik dileyene cevap) ; andaymınday degiçe folk. : kaşla göz arası, çabucak.
andayeki işte eğer.., işte bakalım; menin sözümö könböyt, andayeki atası kelsinçi; künböğönün köröyün: benim sözümü dinlemiyor, bakalım babası gelsin de onun sözünü dinlemediğini görelim.
andelek f. çabuk yetişen bir çeşit kavun (Orta asyada yaşıyan Rusların dilinde) ; engelek, angeleyka, handaliak, xandaliaçka.
anet- (anı et; telâffuzda “t” incedir) : öyle hareket etmek, öyle yapmak; anetip (antip) ; öyle, o suretle; anetkende (antkende) : eğer öyle hareket edilirse, o taktirde; anetseñ (antseñ) : eğer öyle hareket edersen; anetkeni (antkeni) : bu ise onun için; antpese = aytpasa.
anetil- mut. anet- ten; anetilgen tagtırga: o taktirde.
anetiş- (söylenişte : antiş) müş. anet- ten; nege antişet? : onlar nereden öyle hareket ediyorlar? neden öyle yapıyorlar?
añ I,çukur, sel yeri, selin açtığı yol. II, yabani hayvan, şikâr; añuulap çıktım: avlanmaya çıktım. III, fikir, şuur;sayası añ: siyasî şuur, siyasî gelişim. IV, tañ II nn teki, añ- tañ.
añçı avcı.
añçılık avcılık.
añda- anlama, künhüne varmak.
añdat- et. añda- dan.
añdı- beklemek, tarassut etmek.
añdış- müş. añdı- dan.
añdoo işs. añda- dan; aytkan sözdü añdoo kerek: söylenen sözü anlamak gerek.
añdooston ansızın, beklenmeksizin, birdenbire.
añdoosunan = añdooston.
añduu I, şikârı bol olan. II, şuurlu, kavrayışlı, söz anlar. III, izinden yürümek, gözetlemek, takibetmek. IV, çukurluk.
añduuçu izin üzerinde yürüyen, gözetliyen, bekliyen, pusuda duran, takibeden, daima kovalıyan.
añgek kazılmış çukur, selin kazdığı yol, suyun eştiği kıyı.
añgeme 1. musahabe, hikâye, yeni haberler; kalada emine añgeöe bar? : şehirde ne gibi haberler var? , şehirde ne giib lâkırdılar var? ; 2. geçmiş zamanlar (olup bitenler) hakkında anlatma; azırkı kepti taştaşıp, añgemeni baştaşıp folk. : bugünküler hakkında lâkırdıyı bırakarak, geçmişler hakkında konuşmıya başladılar.
añgıça ona kadar, o sırada, o esnada; bolbodu yahut añgıça bolboy: bu da olmadı, dada on akadar, daha bu vukua gelmemişken... men küngönümdü aytıp bereyin dedi “gu-gu” degen dabış çıktı: gördüklerini anlatmak istiyordu, derken çınlayan bir ses işitildi.
añgır : añgır- tuñgur: eğri büğrü.
añgıra- 1. anırmak (eşek hakkında) ; nâhoş sesler çıkarmak; 2. hayvan, ağzını geniş açmak, açık kalmak; 3. gayri meskûn olmak.
añılda- 1. ulumak, bağırıp çağırmak; añıldap ıyladı: ağzını geniş açarak, yüksek sesle ağladı; añıldap ırda- : yüksek sesle ve nâhoş bir surette şarkı söylemek; añıldap eşikten şamal kirdi: kapıdan rüzgâr şiddetle girdi: 2. açık konuşan, içi dışı bir5 olan.
añır I, Rusçası”atayka” : Beyazdeniz ve Kamcatka ördeği, anas tadorna.
añır- II, tereddüt ve kararsızlık içinde kalmak, şaşalamak, apışıp kalmak; añırıp karap kaldı: hazin ve şaşkın bir halde bakıyor; añıra çaap ketti: (atlı) cin çarpmış adam gibi dört nala koşturup gitti (maksat ve istikamet gözetmeksizin).
añırakay büyük bir yarık manzarası arzeden, büyük boş saha (diyelim gayet geniş dağ geçidi)
añırañda- 1. kendisinin hareketlerinde, burun delikleri geniş olan kimseye benzemek, benzetilmek; 2. kudurmuşçasına, söverek atılmak.
añıray- ardına kadar açılmak, açık kalmak; eşik añırayıp açılıp turat: kapı ardına kadar açık durıyor; 2. ağzını açarak bakınıp durmak, aptalca ve şaşkınca bir çehre arzetmek; añırayıp tañ kaldı: şaşmaktan ağzı açık kaldı.
añırayt- et. añıray- dan; ooz añırayt- : ağzını geniş açmak.
añrıt I, tahkik olunmamış şayialar, lâkırdılar, deikodular.
añırt- II, et. añır II den.
añız I, tarla, sürülmekte olan toprak; kısır añız: sürülmemiş tarla, kıraç. II, gönül okşayıcı şayialar; añız kıl- : meraklanmak, meraktan çatlatmak; atka minip celgemin, añız kılıp kelgemin folk. : ata binerek, yeleidirerk gittim, meraktan çatlayarak buraya geldim.
añgi 1. (ögürü olmıyan) sık sık yüksek sesle kişneyen (aygır) ; 2. mec. (hafifmeşrep olan kadın hakkında).
añgil = añkildek.
añka = suusa.
añkay- I, birteviye, baştanbaşa. II, geniş açılmak, açık kalmak.
añkayt- et. añkay II den.
añkı- çıkmak, yayılmak (koku hakkında).
añkılda- inlemek (köpek hakkında) ; añkıldabay tim otur: rahat otur, inleme; it añkıldap üröt: köpek inleyerek havlıyor.
añkıldoo işs. añkılda- dan.
añkıt- çıkarmak, yaymak (koku hakkında).
añkıy- insanlardan boş kalmak, tenhalaşmak.
añkildek bir çocuk oyununun adıdır.
añkişte- hırslanmak, sinirli sinirli konuşmak.
añkoo safdil, saf, aptalca, basit, safderûn; ak koydon añkoo, boz koydon momun ats. : sudan daha yavaş, ottan daha alçak (harfiyen: beyaz koyundan daha saf, boz koyundan daha yavaş, sâkin)
añkoolon- yalandan saf gibi görünmek.
añkooluk aptalımsılık.
añkoosu- yalandan saf görünmek, anlamazlıktan gelmek.
añkoosun- (mana itibariyle) = añkoosu.
añkuş (dağ sıçanının) acı acı bağırması.
añkuşta- 1. acı acı bağırmak (dağ sıçanı hakkında) ; 2. mec. : boşu boşuna gevezelik etmek.
anıkta- noktası noktasına aydınlatmak, tesbitetmek; anıktap ayt- : tam ve muayyen olarak söylemek; bararıñdı anıkta: gidecek misin, gitmeyecek misin, doğru olarak söyle.
anıktal- muhakka olarak bilinmek, sabit olmak, tavazzuh etmek.
anıktat- et. anıkta- dan.
anıktoo tam olarak aydınlatma, tesbitetme, tereddüde mahal bırakmama.
ant I, es. yemin, ant; ant iç- : yemin etmek, ant içmek, tahlif ettirilmek; ant içir- : tahlif etmek, yemin ettirmek; antka cet- : andını tutmak; ant şert: yemin; ant içerek söz verme; ant urgan yahut anturgan: mel’un.
ant- IIbk. anet.
antogonizm r. tezat, antgonisme.
antala- 1. başkalarının omuzları üzerinden bakarak, arkadan sıkıştırmak, kalabalığın üzerinden bakarak ileriye sokulmak; 2. mec. : şiddetle arzu etmek.
antalañda = antañda.
antañda- telâş etmek, apışmak.
antenna r. anten.
antisemit r. yahudi aleyhdarı.
antisemitizm r. yahudi aleyhdarlığı.
antiş- bk. anetiş.
antkeni bk. anet.
antkor k- f. 1. ant bozan, yalancı, iftiracı; 2. yalan (sahte) , münafık; antkor söz: sövüş (sövme) , bühtan; antkor külkü : yalancı (ca’lî) gülüş.
ap I, “a” ile başlıyan kelimelerin önüne takviye etmek için konulur; ap- açık : bütün açık, tamamiyle vazıh; başka örnekler için appak, apakay sözlerine bk. II, 1. hav! (köpek hakkında; 2. vay, seni! (korkutma enterjeksiyonu).
apa büyük hemşire, anne; ayıl- apa: avul (obalar yığınağı) ; avul ahalisi; ayıl- apa boluñar: aranızda dostça, barış içinde yaşayın! ; ayılapañarda: siizn avluda; ayıl- apabız menen: avuldaşlarımızla birlikte.
apapta- es. (sahte tabipler usuliyle) boğazdaki şişi tedavi etmek(ocağın ayağı yanındaki kül alınır ve tazarru sözleri okunarak, boğaza koyulur)
apar bk. al IV, 1.
aparat = apparat.
apartunizm = opportunizm
apas = apaz.
apat a. afet; tabiatın getirdiği felâket; apat aydagır! : sığır hayvanları için ilenç sözü.
apaz a. nefes; caman apaz ayt- : muvaffakiyetsizlik tahmin etmek, fena iş hakkında kehanette bulunmak, muvaffakiyetsizliği önceden haber vermek; mec. : karga ötmek.
apıldat- acele ve hırsla yemek, apıldatıp aşadı: acele tıkanarak yedi.
apıñ apıñ- upuñ kılıp ketti: (sahte tabip) şöyle böyle tedavi etti.
apırañda- övünmek, farfaralık etmek.
apırık mübalâğa, farfaralık.
apırt- mübalâğa etmek, yalan söylemek; apırtıp ayttı yahut apırtıp süylödü: mübalâğa etti, olmadık şeyler söyledi.
apıt teessüf, pişmanlık; apıtta kalba: sakın pişman oolmıyasın; apıtka ket- : beyhude yere mahvolmak, hebaya gitmek.
apirativtüü = operativdüü.
apiril kon = aprel.
apişe kon. = afişa.
apiy vay, vah vah, ne oluyoruz!
apiyim afyon.
apiyimçi afyon tiryakisi.
apkaarı- şaşırmak, apışıp kalmak; apkaarıp söz aytalbay kaldı: şaşırdı ve tek bir kelime söylüyemedi.
apkıt ayakkabının huşağacı kabuğundan yapılan ökçe kısmı.
apkiç f. su taşırken omuzlara konan eğri sırık.
appak (ap+ak) büsbütün ak, bembeyaz.
apparat r. cihaz, appareil.
aprel r. Nisan.
aps = apsi.
apsala a. ruhî hâlet; apsalası bas- : cesareti kırıldı; surat astı; apsala söz: boş söz, lâfü güzag; apsala sözüñdü koy: boş sözlerini bırak; apsalaga çappa: her saçma sapan sözlere inanma.
apsañda- hareketlerinde, sakalı, bıyığı uzamış olan ve kendisine gençlerin yaptığı işler yakışmıyan yaşlı adama benzemek; apsañdap maa emine bar? : ben ihtiyara ne gezer? ; hayır bana artık bu yaşta yakışık almaz.
apsay- 1. sakalı bıyığı uzamış adamın suratına malik olmak; 2. tüy ve kıl ile kaplanmış olmak.
apteek f. dn. kuranın yedide bir kısmı; heft’yek (eski mekteplerde okuma öğretmek için bir ders kitabı olarak kullanılan kitaptır).
aptek kon. = apteka.
apteka r. eczane.
aptıguu işs. aptık- tan.
aptık- (heyecandan, şiddetli nefes darlığından) söz kesilmek; aptıgıp ayta albadım: (korkudan) tek bir kelime söyliyemedim.
aptıktır- şaşırtmak; tek bir kelime söyliyemez derecede korkutmak.
aptoroy hep; hepsi; kâffesi; baştanbaşa.
ar I, f. her; ar bir: her biri, herkes; ar kim: her kim; ar cerde: her yerde; ar dayım yahut ar kezde: daima; her zaman; her vakit; ar oyluu (adam) : sabit bi fikre malik olmıyan; ar türdüü: her türlü, mütenevvi; ar kıl- = arkıl; ar kim iç oorusun özü bilet ats. : herkes içinde nesi acıdığını kendisi biliyor; ar kanday: her türlü, muhtelif. II, = nar. III, a. vicdan; hayâ, âr; arı çok: arsız, vicdansız; hayâsız, utanmaz; ar kör- : haysiyet kıran saymak; ar keldi: utandı; arına keltirdi: utandırdı. IV = arı I. V, kaydagı ar koşkondon kurulgan: her ormandan birer çam; dermaçatma.
ara 1. ara, fasıla; iki nokta arasındaki mesafe; öz ara: aramızda; öz ara cardam: karşılıklı yardım; öz ara uruş: dahilî harp, vatandaşlar savaşı; araga cür- yahut araga tüş- : hakemlik rolünü kabul etmek, barıştırıcı sıfatiyle ortaya çıkmak; arabızda (sıkı ve samimî bir muhit bahis mevzuu olduğunda) ; artel müçölörü arasında: zanaatçı birlikleri âzâları arasında; tez arada yahut tez (cakın) aranıñ içinde : yakın zamanda; aradan 45münütçö ötköndön kiyin: aradan takriben 45 dakka geçince; arabök = arabök; ara- çolo bk. çolo I ; iç ara bk.iç I 1. 2. münasebetler, ilgiler; arabız çakşı: aramız iyidir; aramızda tatsızlık yoktur; 3. zamanından evvel doğmuş; ara kuzu: zamanından önce doğan kuzu; ara tuu- : zamanından evvel doğurmak yahut doğmak; ara tuup koyuptur: vaktinden evvel doğuruvermiş: ara zat: arada (ne öteye ne de beriye) ne biizmki, ne sizinki; ara zat kal- : belirsiz bir durumda kalmak; mütereddit, şaşkın bir halde kalmak; 4. nişan, hedef; atıp cürsö, ak kelte araga cetpey tüşpögön folk. : tüfekten attığı zaman nişana muhakkak değdirirdi.
araa f. testere.
araaçı testereci.
araala- testere ile biçmek.
araalat- et. araala- dan.
araan I, oozun araanday açıptır: ağzını geniş açmış; araanı açılgan: doymaz, açgözlü; añ ele araanı açılıptır: aşırı açgözlülük ediyor; başkasının mülküne pek fazla göz koyuyor; araan talaa: çöl. II, tar. müfreze (ordu üç araan’a bölünüyordu: oñ aran : sağ; sol araan: sol ve orto araan: sol ve orta müfrezeler) ; araanı cürüp turat: işleri iyi gidiyor.
araanda- şiddet kasbetmek; suuk ansayın araandadı: soğuk gittikçe şiddet kesbetti.
araandat- şiddetlendirmek.
araandatuu şiddetlendirme; büyütme.
araba araba; ot araba: lokomotif.
arabaçı = arabakeç.
arabakeç k- f. arabakeş araba çeken (yük arabacısı).
arabala- (yalnız folklorda geçen zaman gerondifi şeklinde) : arabalap taşıyt: arabayla taşıyor; araba araba.
araket a., hareket; çalışma; teşebbüs; uğraşma; araket kılsañ- berek ats. çalışırsan bereket bulursun; kıştın areketin kılıp atam: kış için ihtiyat (lâzım olan her şeyi) hazırlıyorum; araketke tüş- : işe başlamak; faaliyete geçmek; soguş areketi: askerî harekât.
arekette- harekete getirmek; faaliyete geçmek; kolu- butum menen arakettep: ellerim ve ayaklarım ile harekete getirerk.
areketten- hareket etmek; teşebbüs etmek; çalışmak; çabalamak; emine ele arekettenip atasıñ? : neyle uğraşıyorsun?
arekettenüü işs. areketten- den.
areketteş karşılıklıca hareket eden; hep beraber iş gören.
araketteştik karşılıklıca hareket.
arekettüü müteharrik; faal.
arakkeç arakeç.
arakkeçtik = arakeçtik.
arakkor = arakor.
arakor k- f. ayyaş.
arakorduk = ayyaşlık.
aral ada; eki suunuñ aralı; nehrin iki kolu arasındaki ada; carım aral: yarımada.
arala- bir şeyin arasında gezmek; tokoy aralap: ormanda dolaşarak; tınçtık aralapturdu: sükûnet hüküm sürüyordu; sakal murutun ak aralap kalgan: sakalı bıyığına kır serpmiş.
aralaş I, karşık; karıştırmak suretiyle; uyku aralaş: yarı uymuş halde; yarı uykuda iken; cibek aralaş: yarı ipekli.
aralaş- II, 1. karışmak; mezcedilmek; bul işke men aralaşpaymın: bu işe ben karışmayacağım, bu işte benim iştirâkim yoktur.
aralcı bir dereceye kadar başkasının yerini tutabilen; bedel; tamakka aralcı bolot: (bu) bir dereceye kadar yiyinti yerini tutuyor; carma togoçko aralcı bolot: övütülmüş arpa veya buğday çorbası (bk. carma) bir dereceye kadar ekmeğin yerini tutuyor.
aralık el aralık: milletlerarası, beylemilel, enternasyonal.
araloo bir şeyin arasında gezme; araştırma.
aram a. (adal’ın karşıtı) pak olmıyan; necis; dince memnu olan, haram; aram öl- : 1) (hayvanlar hakkında) : gebermek (kesilmiş olmak; bu gibi hayvanın eti necis sayılır ve yenmez) ; 2) söv: tövbe istiğfarsız gebermek; moldo köp bolso, koy aram ölöt ats. : yedi dadının baktığı çocuğun gözü çıkmış (harfiyen: hoca çok olunca koyun haram geberir); aram kıl- : pisletmek; aram pööş bk. pööş; içi aram sinsi; içinde fena fikirler ve maksatlar saklıyan; aram oy: fena fikir; caniyane düşünceler; aram tamak: çalışmadan yiyip içen, tufeylî; aram peyil : bethah; suikast; desîse;aram peyildik: bethahlık; suikastlik; aram peyilden- : suikast tertibetmek; desîse kurmak; aram oyluu: fena fikirli; aram ter yahut aram terdik: iktidariyle mütenasip olmıyan ve faydasız uğraşma; kendini zorlama; aram sana: bozuk fikirli.
aramda- pisletmek, telvis etmek.
aramdal- pislenmek, telvis edilmek.
aramdık 1. haramlık; necislik; fena fikirlilik; bozuk düşünce; saklanan bir fikir; aramdık kıldı: namussuzca, fena hareket etti.
aramdoo pisletme, telvis etme.
aramı a- f. = aramzaa.
arampööş = aram pööş (bk pööş)
aramsınt- bir şeyi haram saymak, haramsınmak (dince memnu saymak)
aramzaa aranıza, a- f. necis; leş.
arancı = ancı.
arañ ancak, hemen; müşkülâtla; arañ keldim: güç hal ile geldim; arañ kutuldum: arañ ele basıp cüröt: güç hal ile gezişyor; arañ ele ünü çıgat: sesi zor çıkıyor; arañ can: zayıf; bitkin; canlı cenaze; arañ- arañdan yahut arañdan zorgo yahut arañ degende: dar 8güç hal ile).
arapça arapça; arap diliyle; arap alfabesiyle.
arapçalat- arapça okumak veya konuşmak; bir işi arapvâri yapmak.
arapçıl arap alfabesi taraftarı.
araşan şans. 1. şifalı memba, sıcak kaynak; 2. haşlanmış (et hakkında) ; araşan kaynatıp ber- : (eti) haşla!
araşanduu şifalı membaları bulunan.
araşıt bir efsanevî böceğin adıdır.
araz a. 1. kavgalılık durumu; 2. kavgalı olan; biz arazbız: biz kavgalıyız.
arbak- a. ruh, ölünün ruhu; dedelerin ervahı; arbakka sıyın folk. : dedelerin ervahına sığınmak; onlardan istimdat etmek; arbak kongon kişi; 1) daima muvaffak olan adam; 2) es. muhterem insan; atababañdın arbagı konsun! : sana başarılar dilerim (harfiyen: üzerine dedlerin ervahı konsun!) : arbak urgur! : kahrol!
arbaktant- methü sen aetmek: göklere çıkarmak.
arbaktuu her işinde m uvaffak olan; talihli.
arbalañda- it. arbañda- dan.
arbañ I, arbañ- arbañ : ürpermiş; apışık. II, bk. arı III.
arbañda- dimdik dikilerek yürümek (diyelim, arık, uzun boylu adam veya gayet yüksek tekerlekli araba ve s. hakkında).
arbap a. efendi; hâkim (âmir).
arbaş- 1. karşılıklıca büyü yapmak; tehsir etmek (meselâ yılan veya herhangi bir diri varlık) ; 2.kavga etmek; karşılıklıca husumet beslemek; boy ölçüşmek; arbaşpay oturgula: kavga etmeden oturun!
arbaştır- et. arbaş- tan; ceti kara koydu cılan menen arbaştır- : (halk inanışı) (yılan sokmasınakarşı bir ilâç olmak üzere) bir yılana yedi tane koyunu karşı koymak.
arbay I = arbak.
arbay- II, ürpermiş kılığa girmek; cürgömüş adamdın közüne arbayıp körünöt: örümcek insanın gözüne ürpermiş giib görünüyor; arbayıp- terbeyip : ürpererk, apışarak.
arbayıñkı bir parça ürpermiş, dimdik dikilmiş; kolu arbayıñı tartıp sunuldu: parmaklarını açarak, elini uzattı.
arbayt- ürpertmek; kolun arbaytıp: elini dimdik dikerek.
arbı- büyümek; çoğalmak; işim arbıbay kaldı: istediğim kadar ve istediğim gibi yapamadım.
arbın çok; pek çok , ekseriyet, büyük kısım; plândı arbın orundatuu: plânı fazlasiyle başarmak.
arbış büyütme, çoğalma.
arbıt- büyütmek; kuvvetlendirmek; külüt at çapkan sayın arbıtat: koşu atı ne kadar uzak koşarsa, okadar (yürüyüşünü) arttırır; mitaamdık kılganıñ menen dele arbıtalbaysıñ: ne kadar dolandırsan da onunla hiçbir şey elde edemezsin; tün arbıtıp mol cürdü folk. : geceleyin çok gezdi; daha bk. ör. arzıt.
arbıtıl- büyütülmek; koş aydoo planı arbıtılgan: ekim plânı büyütülmüş.
arbıtuu işs. arbıt- tan.
arbitraj r. hakem usulü, arbitrage
arbuu büyütme, arttırma.
arcak (bk. arı I) : öteki taraf; arcakta: öteki tarafta; öte yanda; arcaktan: öte taraftan; oradan.
ardakta- ihtiram etmek; saymak; alâkadar olmak; attı baksañ ardaktap, coogo berbes tar cerde folk. : ata alâka ile bakarsan, o seni zor dakkada düşmana vermez.
argıt- et. argı- II den; teltoru at menen argıtıp folk. : doru at üzerinde dolu dizgin koşarak.
arı I, ötede, öte yanda; arı tur: ötede dur! , öteye çekil! ; defol! ; bazardan arı: pazarın ötesinde; pazar arkasında; arı cak (talâffuzda arcak) : öte taraf; bazardın arcagında : pazarın öte yanında, pazarın arkasında; arı- beri : şöyle böyle; öteberi; arı oyloduk, beri oyloduk: öylede düşündük; aga arı ayttım, beri aytttım bolbodu: ben ona öyle de anlattım, böyle de anlattım, bir şey çıkmadı; arı- beri bastırıp cüröt: ileri geri geziyor; işsiz dolaşıyor; arısı eki, berisi bir ay: azamî iki, asgarî bir ay; arısı üç, berisi eki ere kün turamın: iki, azamî üç gün kalırım; mından arı yahut mından arı karay: bundan böyle; arı beri kıla saldı: şöyle böyle yapıverdi, baştan savma yaptı; şiliden (betten ve s.) tokat aşketmek, yapıştırmak. II, al menim arı dosum, arı atam; o, benim hem dostum, hem babamdır. III, yorulma, bitap düşmek; bitmek; zayıflamak; arıp- çarçap yahut arıpaçıp: bitâp düşerek, acıkarak; arıp- çarçap keldim: gelinceye kadar büsbütün bittim; attı arıganda kör, cigitti karıganda kör ats. : atı arıkladığında gör, yiğiti kocadığında gör; arbañ! : çalışnalara verilen selâm tarzı (harfiyen: yorulma!).
arık I, zayıf; kurulmuş; açtın toktuğu bar, arıktın semizi bar ats. : aç doyabilir, zayıf semirebilir. II, ark (sulama kanalı) ; arık çap- : ark kazmak, ark açmak; akkan arıktan suu agat ats. : para paraya koşar, para parayı çeker(harfiyen: su aktığı arktan akar).
araıkcı (rad.) kanal, ark kazmakla meşgul olan işçi.
arıksı- kendini zayıf addetmek; arık gözükmeye çalışmak.
arıksın- (mânâ itibariyle) = arıksı.
arıksınt- arık saymak; zayıflığını yüze vurmak.
arıksıntuu işs. arıksınt- tan.
arıksınuu işs. arıksın- dan.
arıkta- I, zayıflamak; kurumak; adam kursagınan aıktabayt, kulagınan arıktayt ats. : insanı iş kurutmıyor (harfiyen: insan miydeden zayıflamıyor, kulaktan zayıflıyor). II, (rad.) kanal, ark açmak.
arıp I, a. 1. harf; 2. bilgi; marifet (bir işi yapabilme) ; kırk bir arıbı bar: kurnaz; hiylekâr (harfiyen: 41 arıbı vardır: fal açılırken kullanılan 41 tane kürecikler kastediliyor). II, (karşılaştır: alpuruş) : arıp ur- : gayret sarfetmek, olanca gayretiyle çalışmak.
arıpta- ustalıkla, çeviklikle hareket etmek, iş görmek.
arıstavayt r. kon. arıstavayt et- : tevkif etmek, hapsetmek.
arıston = arıstoon.
arıstoon r. kon. tevkif, hapis, mevkuf (tevkif edilmiş kimse) ; arıstoon kıl- : tevkif etmek; arıstoonsuñ: tevkif edildin!
arış adım; adım atlama; arış kıskart- : yürüyüşü yavaşlatmak; arış keñit- yahut arış uzart- : adımı genişletmek; arış ker- : geniş adımlar atmak; arış sal- yahut arış şilte- : adım atmak; arışı uzun: adımı geniş olan, uzun bacaklı; tört arış (rad.) : dünyanın dört ciheti.
arışta- iri adımlar atmak; arıştap: 1) geniş adım atarak; 2) her mec. adımda.
arıştuu geniş adımlarla.
arıt- I, 1. temizlemek; temizleyip bitirmek; silmek; murduñdu arıt: burnunu sil! ; 2. baştan başa dolaşmak; her yerden tetkik etmek; araştırmak; koktunun için arıtıp kel: derenin içini eni konu araştır! ; köz cetken derdi arıttı: gözün görebildiği yere baktı, araştırdı; daha ör. bk arzan.
arıt II, yormak, bitirmek; ör bk. arzan.
arıtan öteden, oradan ; o yandan.
arıttır- et. arı I den; içegi karındı arıttır- : bağırsakları ve mideyi temizletmek.
arızdaştır- birbirinden şikâyet ettirmek; işi mahkemeye, kavgaya kadar vardırmak.
arızdaştıruu işs arızdaştır- dan.
arızdaşuu karşılıklı davâ; kavga.
arip = arıp I.
ariste = arısta.
ariyne f. elbette, şüphesiz.
ark = nark.
arka- arka, art taraf, art kısım, geri, cephe gerisi; arka çaç: örgü (kadınların) ; arka çaçıñ örböy kal! folk. : dul kal! (harfiyen: sana örgü örmek nasip olmasın) ; arkamda 1) arka tarafımda, sırtımda; benim geri tarafımdan; peşimden; 2) benim yardımımla; arkañmenen: sayende, senin yardımınla, senin muzaharetinle; seniñ arkañ tiydi: senin yardımın dokundu; arka kıl- : istinadmek, ümit bağlamak; attay arka, tooday meder kıldım: seni zahîrim sayıyorum; taştan dağa güvenir gibi sana güveniyorum; oşonun arkasında: ondan dolayı, o sebepten; arka ber: arkasını dönmek, yüz çevirmek; arka beriş: arka arkaya oturmak veya durmak; arka beriş cer: sınırdaş toprak parçaları; kır arka: amudu fıkarî.
arkagay çıkık durma; her yana çıkıntılı olma; arkagay müyüz ak bugu folk. : sarkık boynuzlu beyaz geyik.
arkalık 1. (Cenubî Kırgızistan’da) ; şimalli (Kırgız) ; 2. (bu mânâ ile daha fazla arkalık temir şekli kullanılır) : kadın örgüsüne süs olamk üzere takılan madenî levhacık.
arkaluu üzerinden; vasıtasiyle; poçta arkaluu aldım: posta vasıtasiyle aldım; uşul col arkaluu: bu yolda, bu usulle.
arkan (kıldan, yünden örülmüş olan) kalın ip; kıl arkan: kıldan örülen arkan; arkan tarttırmay: bir çeşit spor; kün batuuga arkan boyu kaldı: güneş şimdi batmak üzeredir.
arkanda- arkanla bağlamak; arkanlamak; attı arkandap koy: atı arkanla! ; al meni sayga arkandap ketti: o beni aldattı, fena vaziyete koydu.
arkandal- arkanla bağlanmak.
arkandat- et arkandadan.
arkandatuu işs . arkandattan.
arkandoo arkanla bağlama ; arkanma.
arkar arxar (dağ koyunun dişisi): üç arkar: mizan yıldız topu; altı arkar; düppüasgar (yıldız topu; ceti arkar; düppüekber ( yıldız topu .
arkay- 1 . her yana çıkık durmak ; 2 . yükselmek ; göklere doğru çıkmak ; arkaygan aska menen zoolar : tepeleri göklere yükselen dağlar ve vahşi kayalar .
arkayt- et . arkaydan ; azuuların arkaytıp folk . : azı dişlerini sırıtarak
arkaytuu işs . arkayt – tan .
arkayuu işs . arkay – dan .
arkı öte taraftaki ; uzaktaki ; ileride bulunan ; arkıbı , berkibi ? : öteki mi beriki mi ? ; daha ileride bulunan mı , daha yakında bulunan mı ? ; arkı – berkini tüşüngön ( yahut bilgen ) : bir şeyler bilen ; şunun bunun farkına varan ; arkı – terki : çapraz , haçvari ; mütekati . ; ulaktı arkı – terki baylayt : oğlakları çaprazlama bağlıyorlar ( şöyle ki onlar karşı karşıya dururlar ve birinin kafası öbürünün kafasının ötesine geçer ) ; arkı – terki bas - : yürürken ayaklar birbirine dolanmak , ayak dolaşmak ; ileri geri yürümek ; arkımaktın azganı – arkı – terki başkanı folk . : atın yorulduğunun alameti – yürürken ayaklarının dolanmasıdır ; murdaagı kündün arkı künü : dördüncü gün geride ; üç gün önce .
arkırat- et . arkıra – dan ; balanı arkıratpa ! : çocoğu ağlatma ! arkıratıp çaap keldi : atı doludizgin koşturarak geldi .
arkıroo gümbürtü , gürleme ; gürlüyerek akış .
arman f . kutsal rüya ; nail olunmamış arzu ; armanga cet - : arzu edilene ermek ; adamzat caralgandan berki armanıñarga cektirebiz : beşeriyetin ötedenberi arzuladığı kutsal gayelere erdireceğiz .
armandan- tatmin edilmeme hissini ifade eylemek .
armanduu 1 . arzularında tatmin edilmiyen ne buna acıyan kimse ; armanduu obon : hazin melodi ; 2 . tatmin etmiyen ; armanduu düynö folk . :" bu " dünyanın vasfıdır ( " öteki " dünyadan , ahretten ayırmak için ) .
armansız ermediği arzuları bulunmıyan ; kutsal rüyasının tahakkukunu gören , armansız düynödön öttü : onun hayatta arzu ettiği hiçbir şeyi kalmadı , hayatını iyi geçirdi .
armiya ordu ; Kızıl armiya : Kızlı Ordu .
arna- tahsis etmek ; ithaf eylemek ( birisine veya bir nesneye ) ; konokko arnap koygon kozu : misafire tahsis edilmiş olan kuzu .
arpakan başağı yulaf başağına benziyen bir çeşit zararlı ot .
arpal- çok yorulmak , savrulmak ( israf edilmek ) ; didinmek ; caydın künü – tiriçiliktin arpalıp turgan kezi : yaz , maişet uğtasmaları mevsimidir .
arpalış- 1 . telaş etmek ; uğtaşmak ; çabalamak ; bugün keçkeçe bala menen arplaştım : bugün akşama kadar ( bütün gün ) çocukla uğraştım ; 2 . kucaklaşarak sarmaş dolaş olmak .
ars I, = arıs . II, ars – ars ür : ince sesle havlamak ; alabildiğine , amansız , kovalamak ; kak etken karga , ars etken it cok : hiçbir diri varlık yok ( harfiyen : öten karga , havlıyan köpek yoktur ) .
arsak çıkıntılı ; arsak taş : çıkık duran taş , kaya ; arsak – tersek : her yana çıkık duran ; tişi arsak – resek : dişleri düz değildir ; ireti cok arsak – tersek : tam bir intizamsızlık içinde bulunan .
arsarsı- süphe , tereddüt ve kararsızlık içinde bulunmak ; tahminler içinde bocalamak ; munun eç bir arsarsıy turgan ceri cok : bunda kararsızlık , tereddüt uyandıracak hiçbir sey yoktur .
art I, dağ geçidi . II, art kısım , arka taraf ; artınan : peşinden ; artında : peşinde arkasında ; biri artınan birinin : biri arkasından birini ; artıñdı baykay cür : mütevazi ol ; hareketlerine dikkat et ! dikkat et , ki gidişatın fena neticeler vermesin (harfiyen : arkana bakarak yürü ! ) ; aldı – artın karabay kaçtı ; önüne arkasına bakmadan kaçtı ; arta kal - : geri kalmak ; arkada kalmak ; artına tüş - : takibetmek ; araket artında boldu : çalıştı ; tedbirler aldı ; malı artında kalsın ! ( hasis adam hakkında ) : malmın hayrını görmeden gebersin ! ( harfiyen : davarları arkasında kalsın ! ).
art- III , 1 . fazla olmak ; köçköndön otun artrat , ölgöndön katın artat ats . : göçenden odun kalıyor , ölenden karı kalıyor ; 2 . yükletmek ; atka arttı : ata yükletti ; köz art – bk . köz . IV, = arıt I .
artel r . zanaatçılar birliği .
artelçi borsa komisyoncusu ; sanaatçılar birliği azası .
artık daha fazla ; daha iyi ; arta kalan ; fazla ; ziyade ; men artık berdim ; 1 ) ben fazla verdim ; 2 ) ben fazlasını verdim ; artığı menen orundaldı : fazlasile yerine getirildi ; cıkton barı artık ats . : " var " tan yeğdir ; ölgön colborston tirüü çıçkan artık : diri fare ölü kaplandan daha iyidir ; artık tuugan bk . tuu II ; artıkbaş = = artık baş ; berbegeninen artıgan çıgardı : verdi amma vermese daha iyi olacaktı . ( aşırı fazla karşılık almak şartiyle , yahut minnet ederek , sövüp sayarak verdi ) .
arzan f . 1 . ucuz ; 2 . ( iflas ) kolay ; at arıtmak arzan , curt arıtmak kımbat . ats . : at yormak kolay , halkı anlamak güç .
arzançılık ucuzluk .
arzanda ucuzlamak .
arzandat ucuzlatmak .
arzandatuu ucuzlatma .
arzandık . 1 . ucuzluk ; 2 . ( başarmak için ) kolaylık ; sühulet ; 3 . yardım .
arzandoo ucuzlama .
arzı- 1 . değmek ( paha ve kıymeti , değeri olmak ) ; arzıbayt : değmez ; tıyınga arzıbagan sözdü aytat : on para etmiyen sözü söylüyor ; saçma söylüyor ; 2 . tatmin edilmek ; kılgan işine arzıbadım : yaptığı işle tatmin edilmedim ; bu toodan bu tooga arzıbagan kiyik ölüptür ats . : bir dağda durarak öbür dağa göz diken geyik ( kiyik kelimesine bakıla ) ölmüş ; 3 . arzu etmek .
arzıt- tatmin etmek ;san cagınan arbıtpayt ; sapat cagınan arzıtpayt : kemiyetçe az , keyfiyetçe tatmin edici değil .
as I = arıs ; kökürögün aska bölödü , köçügün kişke cölödü folk . : göğsünü kakım kürk ile kındakladı , ve kendisini samur kürküne oturttu . II, bk . ast . III. asmak ; sallandırmak ( asmak suretiyle cezalandırmak ) ; kazan as – 1 ) kazanı , tencereyi ocağa yerleştirmek ; 2 ) yemek hazırlamak ; at as - : et pişirmek .
asa a . uzun el geğneği , asa .
asaat a . nasihat ; öğüt ; ders vermek ; nasihat etmek ; asaat ayt – 1 ) nasihat vermek ; 2 ) ölünün yakınlarına başsağlığı dilemek , taziye etmek .
asınt- et . asın – dan ; mıltık asıntıp al ! : emret , ki sana tüfek taksınlar .
asıral- terbiye edilmek ; beslenmek .
asıra- terbiye etmek ; beslemek ; yadirmek ; mal asıra - : hayvan beslemek , yetiştirmek .
asırandı terbiye altında bulunan ; evlatlık .
asırat- et . asıra – dan .
asırese = asirese .
asıroo terbiye ; bakım .
asıy beşinci yaşına basan ( sığır hayvanı hakkında ) ; cañı asıy yahut bir asıy : altıncı yaşına basan ; üç asıy : yedinci yaşına basan ve vs .
asıya a . mali itibar , kredi ; borç ( başlıca , emtia için ) ; asıyaga ber - : veresiye vermek ; asıyaga sat - : veresiye satmak .
asili = asılı .
asilkçe f . 1 . latifeci ; alaycı ; şen şatır ; 2 . dost ahbap ( aralarındaki münasebetler , karşılık latife adişmek ve teklifsiz bulunmak derecesine varan dostlar ) .
asirese ayrıca ; hele , bilhassa .
asiresi = asirese .
aska yanaşılmaz , yüksek , kayalık dağ ; aska taş : yükselen kaya .
askala- çıkıntılı durmak ( kaya hakkında ) ; askalap turgan kızıl taş : çıkıntılı kırmızı kayalar .
askalan- göklere doğru yükslen ( dağ hakkında ) ; sakalangan too : göklere doğru yükselen dağ .
askalauu kayalı .
askar = aska .
asker a . 1 . ordu ; cöö asker : piyade askeri ; attu asker : süvari ; 2 . es . er ( asker ) , nefer ; muharip ; savaşçı ; Kızıl armiyanıñ askerleri cana komandirelri : Kızıl Ordunun erleri ve komutanları ; kızıl asker kon . : kızıl ordu eri .
askerdik = askerlik .
askerleş- askerleşmek .
askerleştir- askerleştirmek .
askerleştiril- askerleştirilmek .
askerleştirüü askerleştirme ; askerleştirim .
askerlik askeri ; askeri hizmet ; askerlikke çakır - : askere çağırmak .
asma 1 . asılı ; asma ; 2 . lavha ( dükkan ve benzerlerinin kapıları üzerine asılan lavha ) ; 3 . arabacının atalrı idare etmek için kullandığı uzun dizgin ; saçayak .
asman I, büyüdükten sonra iğdiş edilmiş olan öküz . II, f . gök ; semavat ; yücelik .
astırtan gizliden gizliye ; astırtan içkelep bil - : gizlice öğrenmek ; koklamak ( istişmam etmek ) .
astırtın = astırtan .
asti astı = asılı .
asuu işs , as . III ten .
aş I, 1 . gıda ; aş tart - : yemek sunmak , yemeği sofraya vermek ; aşuudan kaldı : iştahası kesildi ; içkenim aş bolboy oturat : yediğim , içtiğim aş olmıyor ; atın ukkanda dalayları içken aşın cerge koyuçu folk . : birçokları onun adı anıldığı zaman bile titriyorlardı ( harfiyen : birçolkarı onun adını duyduklarında ellerindeki yemeklerini yere koyuyorlardı ) ; 2 . yemiş , mahsul ( yalnız bazı bitkiler hakkında ) ; 3 . ölüyü anmak üzere verilen ziyafet , yoğ aşı ; kökötöydün aşınday : mükellef ziyafet , şölen ( harfiyen : Kököteyin yoğ aşı giib ) ; atasına aş berdi : babası için yoğ aşı verdi ; 4 . pilav ; aş demde - : pilav pişirmek .
aş- II, bir şeyin üzerinden geçmek ; aşmak ; aşuu aş - , yahut bel aş - : dağ geçidini geçmek ; işke aş - : meydana gelmek ; işe yaramak ; işke aşpayt dep eseptelet : hükümsüz sayılıyor ; turmuşka aş - : hayatta tatabik edilmek , ameli bir şekil almak ; aşıp – taşıp tögülüp ketti : taşarak saçıldı ( döküldü ) ; kün aşkan sayın : gittikçe daha fazla ; gün geçtilçe ; önörü aşkan : hüneri gayet uz , usta ; aşkan mitaam : dolandırıcıların elebaşısı ; aşıp tüş - : üstün gelmek ; andan aşıp tüşkön bay cok : onun üzerine zengin yoktur .
aşa- tatamak ; yemek ( ağza azar azar alarak) ; içmek ; bk . aralat .
aşam bir defada ağza konulmasımümkün olan yiyecek miktarı , lokma ; bir aşam et : bir parça ( lokma ) et .
alar a . aşar ; emece ; emece suretiyle yapılan iş ( hayvan ve emek vermek suretiyle karşılıklı yardım ; İnkilaptan önce fakirleri istismar etmek maksadiyle zenginler bundan istifade ederlerdi ) .
aşarçı aşara iştirak eden ( bk . aşar ) , emecci .
aşat- I , deriyi tüyü dökülmek üzere , içine bir madde atılan kaba komak , sepilmek . II 1 . birisinin ağzına lokmayo bizzat kendi eliyle koyarak ikram etmek ; et aşat , at aşatsañ beş aşat ) tekelreme ) : eti ağza ver , ağza verirsen .beş defa ver ! 2 . mec . sövmek .
aşatkı maya ( deri için ) .
aşattır- et . aşat – I den ; teri aşattır - : deri sepiltmek .
aşık I , fazla olan ; fazla gelen ; üstün gelen ; fazla ( artık ) ; aşık tap - : fazla bulmak ; aşıgı menen : fazlasiyle ; ziyadesiyle ; plandı aşıgı menen büttü : planı fazlasiyle yerine geitrdi ; beş metirden aşık : beç metreden fazla ; beş somdon aşıgın maga ber : beş rubleden fazlasını bana ver ! II. a . aşk ve alaka dösteren , tutkun ; aşık car : mahbup , mahbube ; aşık bol - : aşık olmak , birisine tutulmak . III = çükö ; kızıl aşık : aşık kemiği onun , ayağının yanındaki çıkıntısı ) ; kök aşık : iki yaşına ban köpek ; koy aşık : üçüncü yaşona basan köpek ; akinçi ( üçüncü ) kuu aşık : beşimci ( altıncı ) yaşına basan köpek ve s .
alık- IV, acele etmek ; çabuk davranmak ; aşıkpa ! : acele eteme ! iveklik etme ! ; aşıkkan aşka bışkan ats . : iveklik edersin : elleri güldürürsün ( harfiyebn : acele eden kendini yemekle yakar ) .
aşıkçılık = aşıktık .
aşıkmaktık acele ;iveklik .
aşıktık aşık olamklık , tutkunluk ; aşık olanın hali .
aşıktır- acele ettirmek ; taciz etmek ; küz dıykandı da , malçını da aşıktırgan : güz çiftçiyi de , davarcıyı da sıkıştırmış , rahatını kaçırmış .
aşıktırt = aşıktır .
aşıktıruu işs . aşıktır – dan .
aşıktuu aşıklı , aşık kemiği olan ; aşıktuu cilik : art ayağın aşıklı kemiği .
aşm- üstün gelmek ; fazla olmak ; ziyade olmak ; komozçulugu aşıngan : üstün kopuzcu ( çalgıcı ) dır : ısıgı aşındı : şiddetli ateşi var ; hararet derecesi yükseldi ; aşıngan : müstesna ( mümtaz ) ; fevkalade .
aşmt- mübalağa etmek .
aşır- 1 . büyütmek ; mübalağa etmek ; geçirmek , aşırmak ( bir şey üzerinden ) ; aşırıp süylö - : mübalağa ederek konuşmak , söylemek ; üstübüzdön aşıra mıltık attı : üzerimizden ateş etti ; dubaldan aşıra ırgıttım : duvar üzerinden fırlattım , attım ; turmuşka aşır – yahut işke aşır - : fiiliyatta tatbik etmek ; varlığa getirmek ; çekten aşırıp ciberdiñ : çok ileri gittin ; fazla mübalağa ettin ; aşıra öndürüü yahut aşıra öndürüş : fazla istihsal ; aşıra orundoo : fazla istihsal ; aşıra orundoo : fazlasiyle yerine getirme ; 2 . ( oğlak çekişme müsabakasına iştirak eden atlı hakkında ) ; oğlağı rakibinin elinden kaparak , kendi eğerine geçirmek .
aşırgandık mübalağa .
aşırıl- mut . aşır – dan ; meçitter ceri el baydasına aşırıldı : camilerin toprakları halk faydasına geçirildi ; işle yahut turmuşka ) aşırıl - : fiiliyat alanına çıkarılmak ; hayata tatbik edilmiş olmak .
aşırıluu işs . aşırıl – dan .
aşırış büyütme ; mübalağa etme ; ( bir şeyin ötesine ) geçirme ; işke aşırış tiyiş : hayata tatbik etmek , fiiliyata geçirmek lazım .
aşırkı 1 . uzaktaki ; aşırkı curt : uzak ülke ; uzak ulus ; aşırkı keler çak gram : gelecek zaman partisipi ;müstakbel infinitif ; aşırkı ötkönçak gram : geçen zaman partisipi ; çoktangeçen ( plus – que – parfait ) ; 2 . yabancı ; hısım olmıyan .
aşırt- et . aşır – dan ; maldı toodan aşırt ! : hayvanları dağdan geçirt , aşırt !
aşıruu işs . aşır – dan ; cüzögö aşıruu : hayata tatbik etme ; varlığa getirme .
aşış- müş . aş II den ; beld, aşıştı : dağ geçidini aştılar .
aşkana k - f . 1 . aşevi , mutkaj ; 2 . lokanta ; yemek odası ; 3 . keçe evin kapıdan sağ tarafta çiy ile örtülen yeri ( bk . çiy ) ; obanın kadınlara mahsus kısmı .
aşkere f . aşikar ; hakiki , fiili ; meşru , kanuni ; aşkere kıl - : açığa vurmak ; meydana çıkarmak ; aşkere bol - : malum olmak ; açığa vurulmak ; meydana çıkmak ; aşkere suluu : hakiki güzel ; gerçekten dilber .
aşkerelöö 1 . meydana çıkarma ; ifşa etme ; 2 . kanınileştirme .
aşkorok k – f . , tar . öğle yemeği paydosu ( medresede ) .
açmacı aşçı ; çeşnici ; çeşnigir ; aşmaçı katın : ahçı kadın ; aşkanaga kirgizip , aşmaçı katın kılbasın folk . : dikkat et , ki seni mutfağa sokarak , aşçı kadın yapmasın .
aştık hububat veren bitkiler ; hububat veren bitki tarlaları , ekin ; aştık sal - : ekin ekmek ; aştık saldır - : et . aştık sal – dan .
aştıkçı tar . kışlaklarda asıl sahibi bulunmadığı zaman ekinleri sulayan ve buna mukabil . ekilen hububat miktarında mahsulden hisse alan kimse .
aştoo I, kalıp . II. işs . aşta – dan .
aşuu geçit .
aşuun geçen ; fazla ; daha fazla ; bütünkül cumuşçular , sezonçular koşulup , miñden aşuun ele : bütün işçiler , mevsimlikler de dahil olmak üzere , binden fazla idiler .
at I, ( bildiğimiz hayvan ) ; iri ve güzel at ; küç at : iş atı ; at – erdin kanatı ats . : at yiğitin kanadıdır ; at salış : yarışmak , çalışmak ; at koy 1 ) atı koşturmak ; atı dolu dizgin koşturmak ; ayılga cakındaganda at koyduk : köye yaklaştığımızda atları alabildiğine koşturduk ; 2 ) taarruza geçmek ; saldırmak ; at üstünön : üstünkörü ; ihtimamsızca ; dikkatsizce ; at üstünön iştey saldı : şöyle böyle , baştan savma yapıverdi ; at üstünön karap ketti : üstünkörü bakıp gitti ; ak boz at kök boz at : Castores ve Pollux ( yıldız topu ) ; çañ tiybeske bergen at tar kunkor ( bk . ) ‘ nun hakimlere verdiği at ; at çapan ( yahut ton ) ayıp tar . : at ve kaftan ( yahut kürk ) leklinde alınan ceza , at calınan ( yahut üstünön ) tabat : ( başkalarını istismar ederek ) kolay kazanıyor ; at kara til bolgondı : yaz geldiğinde ( harfiyen : atın dili karardığında ) , aksak sarı atıñdı minip ket ( destanda ) : ahdı bozan kimsenin yüzüne karşı söylenen sözdür ( harfiyen : kula atına bin ve çekilip git ! ) ; atka min - : ata binmek ; atka otur : at üstünde bulunmak , oturmak ; at keser : atın göğsüne kadar battığı ( kar tabakası ) . II, 1 . ad , isim ; iyi ad ; atınan ayt - : ismiyle söylemek ; at koy - : isim vermek , ad komak ; tesmiye etmek ; at sat bk . sat ; atı cok 1 ) adsız ; 2 ) adsız parmak ; atıñ kim ? : adın ne ? , seni nasıl tesmiye ediyorlar ? daha ör . bk . azan 1 . ; 2 . şöhret ; marufiyet ; atka kon - : tanınmak ; şöhret kazanmak ; caman atka kon - : bednam olmak ; 3 . at atooç gram . :zamir ( pronom ) ; 4 . lakap ; bir hayvana verilen ad ; ittin atı : köpeğin adı . III, 1 . fırlatmak , atmak ; ateş etmek ; tañ at – bk . tañ I ; kuş asmanga atıp çıktı : kuş ( dikey hat boyunca ) havalandı ; kubangandan cürögüm atıp ketti : sevinçten yüreğim çarptı . IV, yardımcı fiil olan " cat " ın kesik şekli ( bk . cat III ) ; töö çeçip atkanda : deve çözerken ; bıröö ölüp atsa , bıröö külüp atat ats . : biri ölürken öbürü gülüyor .
ata I. baba ; ceddi ala ; çong ata : baba tarafından dede ; tay ata : ana taraından dede ; teñ ata : soy itibarile müsavi ; atası ! ( harfiyen : babası , yani benim senden doğurduğum çocuğun babası ) = eskiden kadın kocasını tesmiye ederdi ; çünkü o , onu ismiyle çağırmak hakkına malik değildi ; ata saltı menen : dedeler adeti üzerine ; atadan ayşangan bk . aylan ; atası başka : babası başka olan ; başka kabileden olan ; atam zamangı : çok eski ; atalar zamanından kalma ; ata – baba : ecadat ; ata konuş yahut ata curt : vatan , öz yurt ; ata curtçul : yurtsever , vatanperver ; ceti ata : baba silsilesinden yedi tane dede , cet ; Çolpon ata mit . : koyun hamisi ; mec . : koyunlar ; Kambar ata mit . : at hamisi ; mec . : atlar ; Çıçañ ata mit . keçi hamisi ; mec . : keçiler ; Oysul ata mit . : deve hamisi ; mec . : develer . II, arzu veya esef eylemek için kullanılan kelime : ata , oşo kelse bolot ele ! : yahu , gelmiş olsaydı , ne iyi olacaktı ! ; ata , balam sga caman bolgon eken ! vah , çocuğum , halin fena imiş !
ata- III, adiyle söylemek ; atap aytkanda : açıkçası .
ataa = ata II .
ataandaş- I, birbirine atmak ( isnad temek ) ; pazarlaşmak : pazarlık etmek .
ataandaşuu işs . ataandaş – tan .
atacurt = ata curt ( bk . ata I ) .
ataganat eyvah ! , vah – vah ! ; vay , eğer ! ; ne yazık ! ataganat dep barnagın tiştedi : çok pişman oldu , teessüf etti ; üyü çakşı eken , ataganat , astı cer eken : evi iyi imiş ama , yazık ki , tabanı toprakmış .
atak 1 . şöhret ; marufluk ; atagı çıkkan : tanınmış ; meşhur olmuş ; atagı cer cargan : şöhreti afakı tutmuş ; 2 . unvan .
ataka r . " ataka " ; ataka koy - : hücuma geçmek , saldırmak .
atakanat = ataganat .
atake babacık ; beybaba .
atakun adlı sanlı ; maruf ; namdar ; mümtaz ; ataktuu kişiler : mümtaz adamlar .
atal- adlanmak ; tesmiye edilmek .
atala- I, ( su . un vr yoğurt halitası ) bir nevi tirit . II, " ata " kelimesini telaffuz etnek ; babayı yardıma çağırmak ; atalap ıyla - : babasına başvurarak ağlamak .
atalaş babadaş ( babaları bir olan ) ; soydaş ; atalaştan altoo bolgonço ; eneleşten eköö bol ats . : altu soydaş olmaktan iki karındaş ( anabir ) olmak yeğdir .
atalga = atalgı .
atalgı kıvrık yüzlü baltacık ( eğer ustasının aygıtıdır ) .
atalık 1 . babalık hakkı ; atalık akım bar : babalık hakkım vardır , baba sıfatiyle hakkım vardır ; 2 . şeflik ; atalıkka al - : şefliği almak .
atalm- tesmiye edilmek ; adlanmak .
ataluu babalı , babası olan ; ataluu cetim : babalı öksüz ( babası varsada , annesi olmıyan çocuk ) .
ataman r . " ataman " / 2 / .
atan I , enenmiş deve .
atan- II, = atal .
atar kabar I in tekidir : atar – kabar .
atarman nişancı .
atasız babasız ; hısım akrabası olmıyan .
ataş I. f . ataş kürök bk . kürök .
ataş- II, 1 . hep birlikte tesmiye etmek ; birbirini adlamak ; 2 . birbiri için tahsis edilmek ; birbiriyle nişanlanmak ; er Semetey baatırdın ataşkanı Çaçokey folk . : Semeteybahadırn nişanlısı – Çaçıkey : ataşkan dosum : sadık olmak üzere , antlaşmış dostum .
ataşuu işs . ataş – II den .
atayı mahsus ; hassaten ; bile bile ; atayı keldim : mahsus geldim ; atayı çaralar kör - : eyrıca tedbirler almak .
atayıla- : atayılap : hassaten ; atayılap koşçuñ bolboso , cügönüñ alıp atka bar ats . : eğer seyisin yoksa , nizzat kendin oyanını alarak , atının yanına git ! atayılap : hassaten ; atayıla ; atayılanıp casalgan : hususi surette kurulmuş yahut yapılmış .
atık- tesmiye edilmek , lakaplanmak bir unvan almak .
atıktır- et . atık – tan .
atıl- 1 . atılmış olmak ; 2 . ateş edilmiş olmak ( silah hakkında ) , mıltık atıldı : tüfek atıldı ; 3 . silahla vurulmak ; atılıp öl - : intihar etmek tabanca ile ) ; 4 . sıçrayıp kalkmak ; ordunan atılıp : yerınden sıçrayıp kalkma .
atır I, a . iyi kokulu , iyi koku saçan ; iyi koku ; kokular , ıtriyat .
atır- II, attır 2 yalnız " tañ " söziyle birarada .
atırıl- 1 . doludizgin koşmak ( at hakkında ) ; 2 . atılmak , saldırmak ; sözverek hücum etmek .
atırılt- et . atırıl – dan .
atırıltuu ,işs . atırılt – tan .
atıruu bk . attıruu .
atış I. ateş etme ,atma ;atış carışı : atış müsabakası .
atış- II, hep beraber ateş etmek ; atış yarışı yapmak ; karşılıklı atışmak ; üyröngön coo atışarga iygi : ats . : öğrenilmiş , hali belli , düşmanla atışmak iyidir .
atıştır- atış müsabakası yaptırmak ; birbiri üzerine ateş etmeye zorlamak .
atışuu hep beraber ateş etme ; atış müsabakası yapma ; karşılıklı atışma .
atiles r . atlas ( kumaş ) .
atiret kon . = otryad .
atkana k – f . at ahırı ; aran .
atkarıl- başarılmak ; icra edilmek .
atkarış- müş . atkar – dan ; üydü çeçüü işin calañ gana ayaldar atkarışkan : evi sökmek işini münhasıran kadınlar başarmış .
atkar- 1 . ata bindirmek yahut binmeye tardım etmek ; anı atka atkarıp yardım etmek ; anı atka aktarıp koydu : onu ata bindirdi ; 2 . yollamak , yola çıkarmak ; kol atkar - : askeri teçhiz ederek , yola , sefere çıkarmak ; 3 . başarmak , icra eylemek ; yerine getirmek ; mildet atkar - : vazifeleri başarmak , tevdi edilen yumuşu ( işi ) yerine getirmek ; 4 . kocaya vermek ; kızın atkarganı turat : kızını kocata vermeye hazırlanıyor .
atkaruu başarma ; atkaruu komiteti : icra komitesi .
atkez r . kon . 1 . ret , imtina ; kaçakçılık ; memnu , yasak olan herhangi bir nesne ; atkez mal : memnu mal , emtia , kaçak mal ; 2 . caşınbak oynarken , bk . ) : para cezasından , cezadan kurtarma , kurtulma ; tapsañatkez – tappasañ – bir tay : bulursun – kurtulursun , bulmazsın – ( senden ) bir tay ( bilmece söylerken böyle derler ) .
atkezci kon . kaçakçı .
atkı I, av kuşunun miydesini yıkamak için kullanılan ( ağaçtan veya " coru " denieln uyluk kemiğinden yapılan ) borucuk .
atkom ( atkaruu komiteti sözünün kısaltılmış şeklidir ) : İcra komitesi .
atkuur = çapçuur .
atlas r . atlas .
atlet r . atlet , pehlivan , güçlü kuvvetli , adam .
atıluu işs . atı – dan ; atıluuga öküm kılındı : kurşuna dizilmeye mahkum oldu .
atım 1 . fırlatış ; 2 . ateş etme ; calgız atım darı : bir defa atacak kadar barıt ; bir atım nasıbay : bir defa çekecek kadar enfiye ; buta atım bk . buta I 2 .
atmosfera r . havayi nesimi , atmosfer .
atoo 1 . adlama , tesmiye etme ; 2 . garam . nominatif , ismin mücerret hali .
atooç gram . isim ; san atooç : sayı ismi ; zat atooç : zat ismi , substantif ; sın atooç : sıfat ismi ; at atooç : zamir ( pronom ) ; suroo atoç : istifham zamiri .
atpay hep , tamamiyle ; baştan başa ; atpay Kırgız balası : bütün Kırgız evladı , bütün Kırgızlar ; bütün Kırgız halkı ; atpay curtum : bütün halk .
atsaloomu = assalamu .
atsız I. adsız , isimsiz . II. atsız .
atsızdık atı olmamaklık .
atta- adımlamak , adım atmak ; sıçramak , atlamak ; attap öttü : atlayıp geçti ; altımıştı geçen , atlatan ihtiyar ; ok attagan katın es . : iffetli kadın ( bk . attat ) ….; başımdı attabasın : namusuma dokunmasın , hakaret etmesin ( harfiyen : başımın üzerinden , başımın ucundan atlamasın ) .
attam adım ; atlama .
attan- 1 . ata binmek ; attan ; : atlara ! ( tehlikenin yaklaştığını ikaz eder ) ; 2 . sefer çıkmak , yola çıkmak ; 3 . niyet etmek ; karar vermek .
attandır- 1 . ata bindirmek ; konoktu attandır : misafiri , konuğu ata bindir , konuğa ata binmeye yardım et ! 2 . yol . sefer iin teçhiz etmek ; 3 . nişanlı kızı nişanlısının avuluna ( köyüne ) yollamak.
attaş I, adaş .
attaş- II, hep beraber sıçramak ; hep birlikte atlamak ; atlamada tayışmak .
attat- et . atta – dan ; attatıp oku - : atlayarak okumak ; katınga ok attat : ( iffetli kadını ) yaralının üzerinden atlatmak ( halk inanışına göre , böyle yapıldıkta kurşun yaradan çıkıp düşüyormuş ; ubalım attatpasın ! : ( bana karşı yapılan ) haksızlılara adım atmak imkanı vermesin !
attattır- et . attat – tan ; arıktı attattır - : ( mesela , atını ) ark üzerinden atlamıya zorlamak .
atteñ = attiñ .
attır- 1 . atmıya müsaade etmek veya zorlamak ; 2 . ateş ettirmek ; birisinin üzerine ateş açtırmak ; tañ attır - : sabaha kadar uyanık kalmak , bütün gece uyumamak .
attıruu işs . attır – dan ; tañ attıruu yahut tañ atıru : sabaha kadar uyanık kalma .
attiñ ne yazık ! ; attiñ barbay beker kılgamın : yazık , ki gitmedim .
attu I, 1 . isimli , ismindeki ; namında , müsemma ; Manas attu baatır : Manas isimli bahadir ; 2 . mümtaz ; meşhur ; attu – baştuu kişiler es . : mümtaz adamlar ; 3 . mes ‘ ut ; çok güzel , ala ; anday attu kün kayda ! : o gibi mes ‘ ut günler nerde !
attuu II, 1 . atlı , at sahibi ( ata malik olan ) ; calkız attuu : tek atlı ; 2 . atlı , süvari , ata binen .
atuu işs . at II – ten ; atuu cazası : kurşuna dizme ( bir ceaz olmak üzere ) .
ava = aba II .
aval = abal I , II .
avangard r . öncü asker .
avans r . avans , peşin verilen para .
avansıla- avans vermek ; avansılap : avana olarak .
avansıloo avansu verme .
avantyura r . macera .
avantyurist r . maceracı .
avgust r . ağustos .
aviator r . tayyareci .
avlatsiya r . tayyarecilik .
avtobus r . otobüs .
avtomat r . otomat ; avtomatça : otomat gibi ; kendiliğinden , binefsihi .
avtomattuu otomatla mücehhez , otomatlı .
avtomobil r . otomoboil .
avtonomiya r . otonomi , muhtariyet .
avtonomiyaluu otonom , muhatriyetli ; avtonomiyaluu respublika : muhtariyetli cümhuriyet .
avtor r . müellif . itet , r . otorite , itibar .
ax ! , 1 . ay ( yer küresinin peyki ) ; ay ( ayın yer küresi çevresinde dolaşarak bir devir yapmasiyle ölçülen zaman ) ; tolgon ayday : tolun ay gibi ( güzel ) ; ar kimdiki özünö ay körünöt ats . : kendisininki kirli olsa da temiz görünür ( harfiyen : herkese kendininki ay gibi görünür ) ; ayı oñunan tuugan : işleri yürüyor (ayı sağ taraftan doğmuş ) ; ona ahval musait oluyor ; o , muvaffak adamdır ; ayı cetpegen bala : vaktinden evvel doğan çocuk ; ayıkünü cetip oturat ( cetip yerine tolup da denir ) : o kadının doğuracak zamanı gelmiş ; ay başı : 1 ) yeni ay ; 2 ) ramazanın arifesi ( bk . ramazan ) ; ay camal yahut ay camalduu : ay gibi ( güzel kadın hakkında ) ; bi be boduk ( deve yavrusu ) gözlü ; birdin ayı : Kırgız halk takviminin birinci ayının adı ( takriben Kanunusaniye tevafuk eder ) ; üçtün ayı : üçüncü ayın adıdır ; cetinin ayı : yedinci ayın ismi ; toguzdun ayı : dokuzuncu ayın adı ( geriye kalan ay ların adlarını mütenazır sözler münasebetiyle bk . ) ; 2 . ay tuyak 1 ) tırnağı bakanak olmıyan hayvan ; 2 ) dn . kurban kesilen at ; ay tuyaka çal - : atı kurban kesmek .
ay II, ( ablatif ile kullanılır ) : - den dolayı – den ötürü ; senin ayıñan dalay til uktum : senin yüzünden çok tekdir işittim ; can baguunun ayınan : gıdalanma için . III, 1 . at sürüsüne böyle haykırılır ; 2 . hey ! ; ay . tañ : hey , bilmiyorum ; 3 . ay – ay ! vay ! ne iyi ( tasvip haykırması , başlıca çocuklara hitap ederken ) . IV, ay cür , aman cür : sana iyi yolculuk dilerim ( nekadar gezersen gez , sağlılka gez ! ) . V, ay – aalam : bütün cihan ; ayaalamdı kıdırdı folk . : bütün dünyayı dolaştı : ay – aalam mülktün barı bar folk . : bütün cihan serveti var . VI, ay talaa : yaşayanları bulunmıyan , ıssız yer ; ay dalı : omuz .
aya- merhamet etmek , acımak ; senden ayabayt : senden esirgemez ; seni ayabayt : o sana acımıyor ; el çetine coo kelse , can ayagan - : cigitpi ? folk . memleet sınırına düşman geldiğinde canına acıyan – yiğit sayılır mı ? ; ayabay : acımadan , merhametsizce ; alabildiğine ; mükemmel ; pek , çok ; ayabay cedim : çok yedim ; ayabay mas boldu : büsbütün sarhoş oldu ; ayabay kurgagıça : tam kuruyıncıya kdar ; ayabagan köp : gayet çok ; bihisap .
ayak I, 1 . ayak , bacağın aşağı kısmı ; kırk ayak : kırkayak ( böcek ) ; calgız ayak : kimsesiz ; koş ayak = koşayak , ayagı asmandan keldi : bacakları havay dikilerek düştü ; ayagına çık - : ezmek , zulmetmek ( herhangi birisini ) ; manaplar halkı soygına çıkkan : manaplar halkı soydular ve ona zulmettiler ; 2 . son , netice ; ayagında : sonunda , nihayet ; ayagına çeyin yahut ayagına çıgara : sonuna kadar ; suu ayagı : ırmağın mansabı ; ayagı cok cogoldu : eser bırakmadan kayboldu . II, fincan , çanak ; ayak – tabak : mutfak ve yemekodası kapkacağı ; sır ayak : boyalı ( sırlı ) ağaç çanak ; kara ayak : boyasız ( sırsız ) kulplu ağaç çanak ; keñeş ayak es . : düğün ziyafetlerinden yahut yoğ aşlarından ( ölüyü hatırlama ziyafetlerinden ) biri ; acıraş ayak bk . : acıraş I ; bata ayak es . : takdis ( dua ) çanağı ; ant ayak es . : ant çanağı ( ant içerken içiliyordu ) ; camanga çomğ ayagıñdı körsöptö mats . : kötü adama büyük çanağını gösterme ; ölbögön kişi altın ayaktan suu içet ats . : kafa omuzlar üzerinde bulundukça ekmek bulunru ( harfiyen : ölmiyen adam altın çanaktan su içer ) .
ayaksız 1 . ayağı olmıyan ; 2 . sonsuz ; 3 . neticesiz ; ayaksız kal- : neticesiz kalmak ; 4 . eser bırakmaksızın ; at ayaksız cogoldu : at eser bırakmadan kayboldu.
ayakta- 1 . bitmek , sonuna yaklaşmak ; iş munu menen ayaktabayt : iş bununla bitmiyor ; 2. bitirmek ; sözüğndü ayakta : sözünü nutkunu bitir , kes ; 3. ayakları yere değdirmek ; suu tereñ eken , at ayaktabay kaldı : su derinmiş atın ayakları suyun dibine ermedi ; 4 . bindirmek ( öküze , ata ayağiyle veya eliyle destekliyerek) .
ayaktaş sınırdaş ; birbirinin anı olan ; uçları birbirine dokunan ; ıy menen külkğ ayaktaş ats . : göz yaşiyle arası uzak değildir (harfiyen : ağlama ile gülme bitişiktirler ) ; ekönün sözü ayaktaş çıktı : her ikisinin ifadeleri birbirine benziyor .
ayaktat- bitirmek ; bitirmek üzere bulunmak , sonuna kadar erdirmek ; sözüñdü ayaktat : nutkunu sözünü bitir artık .
ayaktatuu işs . ayaktat – tan .
ayaktoo bitirme ; bitirmek üzere bulunma , sona erdirme , tamamlama ; beş cıldıktan törtünçü ayaktoo cılı : beş yıllık ğlanın dördüncü tamamlayıcı yılı .
ayaktuu 1 . ayaklı ; eki ayaktuu : iki ayaklı ; mec . insan ; 2 . sonu olan : sözü ayaktuu çıktı : onun dediği çıktı , sözü doğru çıktı ; 3 . hayvan ; 4 . kavi yürüyüşlü ( at hakkında ) .
ayal- I, yavaşlama ; azıraak ayal kılatur : bir parça bekle ; ayal kılbay cürö kör : gecikmeden hareket et . II, a . 1 . kadın ; kolxozçu ayal : ( kolhoz denilen ) ziraat kolektifinde çalışan kadın ; 2 . karı ( zevce ) .
ayakda- yavaşlama , gecikme ; üç kün ayalday tursañar , birge barabız : üç gün beklerseniz beraber gideriz ; attı minip alıñar , ayaldabay salıñar folk . : ata bininiz , durmadan hareket ediniz .
ayaldat- durdrumak , bekletmek .
ayaldık kadın hassaları ve evsafı ; kadın hareketleri ; ayaldıkka al - : karı olarak almak , karı edinmek ;,,, ayaldık ooruları : kadın hastalıkları .
ayaldoo yavaşlama , gecikme .
ayalmet ayalmat caş baldar : çoluk çocuk , küçük çocuklar .
ayaluu bk . ayooluu .
ayan I, 1 . belli , aşikar ; 2 . ( folklorda ) ikaz , telkin " yukarıdan " ( rüyada ) tündö catıp tüş körsöm , tüşümö ayan beriptir folk . : gece uyudum ve düş gördüm , düşte bana telkin etti ( kadın söylüyor : M . )
ayan- II, kendisine acımak ; ayanbay küröş - : amansız güreşmek ; kat ‘ i mücadele etmek ; kolumdan kelgen cardamımdı ayanbaymın : elimden gelen her şeyi yaparım .
ayañ I, 1 . ağır yürüme ( at yürüyüşü ) ; 2 . = ayal I . II = ayıñ .
ayañda- ağır yürümek , yavaş gitmek .
ayañdat- et . ayañda – dan .
ayañdoo ağır hareket , yavaş hareket .
ayañduu iyi yürüyüşlü ( at hakkında ) .
ayanıç merhamet , acıma .
ayanıötuu acıklı , merhanet uyandıran ; hazin ; ayanıçtuun ün : hazin ses .
ayant 1 . meydan , saha ; baldar ayantı : çocuksahası ; ayant beti met . : sathın yüzü ; 2 . dağdaki sanovber ormanı ortasındaki alan ( açık yer ) .
ayar I, a . = aylager . II, ilerisini gören , basiretl, ; müteyakkız ; ilerisin, görme ; ayartart - : ilerisini görür olmak . III = ayal I .
ayardan- kurnazlık etmek ; içtinap etmek .
ayarda- 1 . yavaşlamak , gecikmek ; bir az ayarday kalıp : bir parça gecikerek , bekliyerek ; ayardabay attanıp ketti : durmadan ata bindi ve gitti ; 2 . ihtiyatlı , müteyakkız dav – ranmak ; çarelere başvurmak , kolaylıklar araştırmak ; sır nayzanı tayanıp , izdey basıp ayardap folk . : sırlı kargıya dayanarak ve usullacık izini takibederek .
ayardık = aylagerlik .
ayarduu I, acıklı , acımaya değer . II, 1 . ağır ( yavaş ) ; 2 . ihtşyatlı ; ilerisini gören ; 3 . kurnaz ; her işin çıkar yolunu bulan .
ayarla = ayarda .
ayarlayan- = ayardan .
ayarlık = aylagerlik .
ayarluu = ayarduu I , II .
ayaş I, 1 . dost ; 2 . ahbabın karısına veya babasına hitap tarzı .
ayaş- II, müş . aya – dan .
ayat a . Kura ‘ n ayeti , kur ‘ anın bir faslu .
ayaz I, 1 . temiz , şeffaf , açık ; ayaz kök : temiz , açık gök ; 2 . ayaz , soğuk ; temir ; temir ayaz : şiddetli ayaz ( kar yağdıktan sonra ilk ayaz gece ) müyüz ayaz : temir ayazdan sonra gelen ve daha az soğuk olan ayaz ; kiyiz ayaz : hafif ayaz ç II, eğriz , bükülmüş .
atbaalı hilkat garibesi ; kokunç sey ( prk fazla arıklamış olan kimse hakkında ) .
atbalta bk . balta .
atbaltacı bk . baltacı .
ayban a . hayvan ; vahşi hayvan ; aybandar dünyösü : hayvanat dünyası .
atbanat a . = ayban ; adambı , aybanaptı ? kaspı , dospu ? : insan mı , hayvan mı ? düşman mı , dost mu ?
aybançılık = ayabandık .
ayabandık 1 . hayavan vasfı ; 2 . hayvanlık .
ayhar korkunç görünüş ; tehdit ; aybar kıl - : tehdit etmek , korku vermek .
atbarduu korku veren , korkunç ; arıstanday aybarduu : arslan gibi müthiş .
aybattu heybetli ; görünüşiyle hürmet telkin eden .
aybıguu işs . aybık – tan .
aybık- sıkılmak , utanmak ; asıl seket , sen üçün aybıkpay elden zardadım : sevgilim , elden utanmadan senin yüzünden ağladım .
aybır şaybır ‘ ın tekidir .
ayçık hilal şeklinde olan nakış ; aycığı altın tuu : nakışları altından olan sancak .
ayçıkta- hilala şeklinde olan nakışlarla kaplamak .
ayçılık aylık müddet ; ayçılık cer : bir aylık mesafe .
ayçıktuu atçıklı : hilal şeklinde olan nakışlarla bezenmiş .
ayda- sürmek , koğmak , takibetmek ; aydap kel - : sürüp beriye getirmek ; aydap kel - : sürüp beriye getirmek ; aydap çık - : koğup çıkarmak ; aydao ket - : sürüp götürmek ; aydap bar - : sürmek ( öteye ) ; adat ayda - : adete riayet etmek ; araba ayda - : araba üzerinde gitmek ( atı sürerek ) ; egin ayda – yahut koş ayda – yahut cerayda : toprak sürmek ; buuday ayda - : buğday ekmek ( sürme , sürgüleme , saçma gibi bütün ameliyeleri icra etmek ) ; koon ayda - : kavun ekmek .
aydagar = acıdaar .
aydak = aytak .
aydakta = aytakta .
aydal mut . ayda – dan ; aydalgan cer : sürülmüş toprak .
aydala- bağırmak ( ayda – ayda ! diye )
aydalaa = ay talaa ( bk . ay VI ) .
aydalı = ay dalı ( bk . ay VI ) .
aydalın- mut . aydal – dan ; buuday aydalındı : buğday ekildi .
aydaluu I, işs . aydal ‘ dan ; talaar öz ubagında aydaluuga tiyiş : tarla vakti zamanında sürülmelidir . II, 1 . koğulmuş ; aydaluu malıbız : bizim davarlarımız ( bizim sürdüğümüz hayvanlar ) ; 2 . sürülmüş toprak ; ekilmiş ; balañ paydaluu bolso , aştıgıñ aydaluu ats . : çocuğun faydalı olursa , toptağın sürülmüş olur .
aydaluuçu 1 . koğmaya , koğalanmaya mahkum ; 2 . sürülmesi lazım olan toprak ; aydaluuçu cerler : sürülecek topraklar .
aydama 1 . ekilmiş ( hüdayi nabit değil ) ; 2 . sun ‘ i yetiştirilmiş ; aydama körpö : sun ‘ i astıragan deri ) ; aydama kişi : kendisini hiçbir iş yapmayıp da başkalarının dürtmesini bekliyen adam .
aydar çocuğun ensesindeki saçlar ; perçem ; örgü ( erkeklerde ) ; arkasında aydarı - , toru aygırdın calınday folk . : erka tarafta onun , doru aygırın yelesi gibi örgüsü vardır .
aydarım hafif rüzgar ( başlıca sabahki ve akşamki .
aydarluu ensesinde saçları olan ; perçemli .
aydaş- müş . ayda – dan ; cer aydaş - : hep beraber yer sürmek .
aydat- et . ayda – dan ; altmişa ala cılkını aydatıp berdi ustaga folk . : o , ustaya altmış tane benekli ( abraş ) atı sürüp getirti ; koy aydat – 1 ) koyun sürdürmek ; 2 ) es . sürü halinde koyun ticareti yapmak .
aydattır- et . aydat – tan .
aydatuu işs . aydat – tan ; koy aydatuu es . : sürü halindeki koyun ticareti .
aydaykel es . işini bırakıp dolaşan .
aydaykeldik es . işini bırakıp dolaşma .
aydıñ 1 . ay ışığı ; ay ışığıyle aydınlanmış yer ; aydıñga salıp kırman sapırdım : ay ışığında harman savurdun ; 2 . şa ‘ şaa , azamet ; aydıñnan ay korkot , külpöñünön kün korkot folk . : şa ‘ şaasından güneş korkuyor , parıltısından ay korkuyor .
aydıñduu şa ‘ şaalı , azametli , şevketli .
aydoo 1 . koğma ; vatan dışına çıkarma ; turmuştun aydoosu menen : hayat şartlarının zoru altında ; 2 . koğalama ; 3 . mal aydoo : hayvanları otlağa çıkarma , hayvanları sürme ; 4 . toprak sürme .
aye taacüp haykırması ; şeytandın cürögö aye ! : ne cesur be , şeytan !
ayelmet = ayalmet .
ayey = aye .
aygak curnalcı ; caman aygak canınan tartat ats . : fena curnalcu kendi cebinden öder ; aygakka altı tayak ats . : curnalcıya altı dayak .
aygış- kavga sırasında aşırı taşkınlık etmek , kavga kapışmak , kıyasıya dövüşmak ; it aygışıp kaldı : köpekler birbiriyle o derece kapıştılar , ki ayırmak kabil değil ; aygışkan : aşırı kızmış .
aygine aynen , açıkça ; aygine körünüp turat : açık görünüyor ; aygine süylö : açık ve doğruca söyle .
ayılçıla- ikram edilmek ümidiyle yabancı avullarda dolaşmak ; ayıldı ayılçılap : köy köy dolaşarak .
ayılçılat- et . ayılçıla – dan ; balanı ayılçılatıp kel : oğlanı yabancı köye ( midafirliğe ) götür .
ayıldaş aynı köyden olan , avuldaş .
ayıldaştık aynu köye mensublanlar arasındaki münasebetler ve evsaf .
ayım 1 . hanım ; 2 . zevce ; alıp catkan toguz ayımı andan ayrıldı Urumkan folk . : Urumhan beraber yaşadığı dokuz karısından ayrıldı .
ayıñdoo zemmetme ; sövüp sayma .
ayıp a . 1 . su. , kabahatli olma ; ayıbı açıldı : kabahati meydana çıktı ; ayıp et - : ayıplamak , kınamak ; 2 . kusur , eksiklik ; 3 . para cezası ; ooz ayıbı : sözle hakaret için para cezası ; ayıp sal - : para cezasına hükmetmek ; ayıp tölö - : para cezası ödemek ; at ton ayıp bk . at I ; ayıpka cık - : para cezasına maruz kılmak , para cezasiyla cezalandırmak ; ayıpka cıkıl - : para cezasına maruz kalmak .
ayıpker a - f . : suçlu ; cani .
ayıpkerdik kabahatlilik ; cinayet .
ayıpsız 1 . kabahataiz , masum ; 2 . kusursuz ; ayıpsız kişi bolnoyt : kusursuz insan olmaz .
ayıpsızdık masumluk .
ayıpta- 1 . itham etmek ; 2 . para cezasına hükmetmek .
ayıptal- itham edilmek ; maznum olmak.
ayıptaluu işs . ayıptal – dan .
ayıptaluuçu maznun , itham edilen .
ayıptar a – f . = ayıpker .
ayıptoo itham etme .
ayıptooçu itham eden .
ayıptuu suçlu .
ayıptuuluk suçluluk .
ayır- 1 . ikiye ayırmak ; ayrı düşürmek ; parçalamak ; 2 . ayırdetmek ; 3 . zorla almak , çekip almak ; cılkını ayırıp aldı : atları zorla aldı ; 4 . kırmak ; başın ayırıp aldı : kendisinin başını kırdı .
ayırbaş trampa ; ayırbaş kıl - : trampa etmek .
ayırbaşta- mübadele etmek , trampa etmek .
ayırbaştal- mübadele edilmiş olmak .
ayırbaştoo mübadele , trampa etme .
ayırgıç 1 . ayırıcı , ayıran ; 2 . gram . es . başka bir cümlenin içinde bulunan tavsifi cümle .
ayırış = ayrış , I , II .
ayırma fark , mübayenet .
ayırmaç çocuk eğeri .
ayırmaçılık temayüz ; hususiyet .
ayırmaçtuu çocuk eğeriyle eğerlenmiş ; ayırmaçtuu tay : çocuk eğeriyle eğerlenmiş tay .
ayırt- eyrı düşürmek ; yırtmak ; ikiye ayırmak .
ayıruu = ayruu .
ayi tasvibetmeme , tehdit haykırma – sı ; ayi seni : vay seni ! vay gidi seni !
aykal- ( mana itibariyle ) = aykalış II ; azabıñ tartkan azamat aykalıp birge tünösün folk . : senin yüzünden ıstırap çeken yiğit varsın ( seninle ) sarmaşarak bir geceyi geçirsin .
aykala = aykara .
aykalış I, 1 . sarmaşma ; girifit olma ; 2 . birleşme ( biraraya toplanma ) .
aykalış- II, karşılıklıca sarmaşmak ; aykalışıp cat - : kucaklaşarak yatmak ; aykalışıp körüş - : birbirine arka vermek suretiyle durarak ve birbirine omuz üzerinden bakarak selamlaşmak ; cılkı aykalılıp kaşınışat : atlar birbirinin arkasına başlarını koyarak , kaşınıyorlar .
aykana = aykara .
aykara çapanın aykarasınan ( yahut aykaradan ) camınıp cattı : çapanına öyle bürünüp yattı , ki bir eteğiyle bacakları ve öteki eteğiyle başı örtülmüştü .
aykaş- 1 . çapraşık koyulmuş olmak ; birbirine geçmek ; 2 . db . kavuşmak ; oñgu menen müçö aykaşkanda : kelimenin gövdesiyle sonek kavuştuğunda .
aykaşuu işs . aykaş – tan .
aykay şiddetli , velveleli ses ( çağırma ) ; velvele ; aykay sal - = aykayla .
aykayla- şiddetli ve velvele koparırcasına bağırmak ; imdada çağırmak .
aykın açık ; müşahhas , açıkça ; aykın körsöt : açık göstermek ; aykın colbaçılık : müşahhas rehberlik .
ayköl 1 . Destan kahramanının müsbet sıfatlarından biri ( başlıca Manas ‘ ın ) 2 . ayköl salış - : birbirine karşı nefret , husumet izhar etmek ; dövüşmeye girişmek ; uuru meneñ ayköl salışıp kaldım : hırsızla karılaştım ve onunla dövüşmeye başladım .
aykür = alçı .
ayla a . hiyle ; çeviklik ; çare , kavrayış , ustalık ; söz aylasın bilbegen sözdü özünö keltiret ats . : söz söylemesini bilmiyen sözü kendi aleyhine çevirir ; aylası kurudu : tamamiyle şaşaladı ; büsbütün dermansız kaldı : eñ ayla bolbogondo : hiç olmazsa , başka bir çıkar yol bulunmazsa ; tildep aylasın ketirdi : ona adamakıllı sövüp saydı ; aylada cok caman : hiçbir işe yaramayan ( adam ) ; ayla barbı ? 1 ) çıkar yol , imkan var mı ? 2 ) nerde ? ! hiçbir çare yok ! can aylasınan yahut can aylası üçün : canını kurtarmak için .
aylager aylaker , a – f . hilekar , kurnaz .
aylagerlik hilekarlık , kurnazlık .
aylakerdüü aylakerlüü = aylager .
aylala- çaresini bulmak , bir yolunu bulmak , çıkar yolunu bulmak .
aylaluu çevik ; çıkar yolunu bulan .
aylaluuluk çeviklik ; çıkar yolunu bulnaklık .
aylampa = aylanpa .
aylampaş = aylanbaş .
aylan- 1 . dönmek , deveran etmek , dolaşmak ; aylana uç - : etrafta uçmak ; közübüzdün karası menen tebğ aylanıp tutar : ne istersek onu yapıyor ; o , tamamiyle bizim tesirimiz altındadır ; köt aylanbayt kon . ( mesken hakkında ) : dönecek yer yok ( harfiyen : göt dönmüyor : M . ) aylan köçök 1 ) çocuk oyunu [ çocuklar " aylan köçök " diye söylenerek kebdi etraflarında dönerler ] 2 ) mec . su .evrintisi ( girdap ) : 2 . dönmek ( değişmek ) ; 3 . es . keffaret olmak ; 4 . sahte tabiplerin tedavi usulünde bir kurban veriliyordu , ki bu kurban bilfiil yahut timsali bir tarzda hastanın başı etrafında dönerdi ( alya ‘ nın 4 – ncü manasının variyantları bundan doğmuştur ) ; okşamak ; saygı göstermek ; üstünlüğünü tanımak , önünde eğilmek ; aylanayın yahur aynanayın veya aylayın yahut aylanıp keteyinim : sevgilim ( kendisine kurban olacağım : M . ) ; koy , aylanayın , koy : vazgeç sevgili , vazgeç ; aylanayındam : sevgililerim ; atadan aylangan : yazık ki iyi baba senin gibi ( kötü evlat ) dünyaya getirmiş ; argımak cıydım , at sıydım aylanıp ketsin buudandan folk . : argamaklar topladım , bayağı atlar topladım , ancak onlara buudan ‘ ın topuğuna varmak nerde ! ( bk . buudan I ) ; kelindin tırmagınan bir kündö miñ aylansa , epeken folk . : genç kadının parmakları ( harfiyen : tırnakları ) her gün bin defa hürmet göstermeye değer ( yani o kadın gayet usta elişi yapar ) .
aylana 1 . etraf , civar ( yöre ) ; 2 . muhit .
aylanayın- bk . aylan 4 .
aylanbaş aylanbaş bolup kalgansıñ : senin başın dönmüş .
aylanış- 1 . hep beraber dönmek , 2 . gecikmek ; alıkonmak ; bir cumuşka aylanışıp keçigip kaldım : bir işle eğlenerek geciktim .
aylanma dönen , tekerrür eden ; aylanma üzüksüz bölçök mat . : kesri aşarii devri ; aralaş aylanma : mat . karışık kesri daim ; taza aylanma mat . : halis kesri aşarii devra .
aylanpa 1 . su çevrintisi ( girdap ) ; 2 . kaalga ( bk . ) nın bir cüzünün adıdır .
aylant- 1 . döndürmek ; çevirmek ; 2 . kuşatmak ; aylanta : her yandan , etrafında ; aylanta karap ; göz gezdirerek , etrafa bakarak .
aylantkıç dödüren , dönmeyei mucibolan ; baş aylantkıç : şuuru karartan şey .
aylantma 1 . dödüren ; döndürme ; baş aylantma : bir hayvan hastalığıdır , ki bu hastalığa tutulan hayvan boyuna başını döndürür . 2 . tedavül edilen ; aylantma kapital ; tedavül edilen sermaye .
ayooluu kendisine karşı ayrıca dikkatle muamele edilen , ayrıca takdir edilen şey ; ayooluu buyumum : takdir ettiğim , ihtiyatla kullandığım , acıdığım nesne ; men kaysı ayooluu kul elem ! : bana kim acıyacak ! ben kime lazımım ! ; benim hayatımı hesaba katmak değer mi , dersiniz !
ayoosuz merhamersiz , amansız ; ayoosuz sokku : kat ‘ i darbe ; kat ‘ i mukavemet .
aypooç defin esvabı aksamından birinin adıdır ; ak kepindep aruu cuup , aypoo. salıp , belimi buup folk . kefene sararak , temiz yıkayıp , üzerimeaypooç koyarak ve kuşak kuşatarak .
ayran I, a . taacüp eden , hayrette kalan , şaşalıyan ; ayranga kal – yahut ayran kal - : hayrete düşmek ; akılı ayran kaldı ( yahut ayran – tañ kaldı yahut ayran – azır kaldı ) : şaştı , şaşa kaldı . II, ayran ( hafifçe su katılan yoğurt ) ; ayran içken kutuluptur , çelek calagan tutuluptur ats . : ayran için kurtulmuş , kova yalayan yakayı ele vermiş ; aş ayran : içine yarma koyulmuş ayran ( gerek arpa , gerekse darı yarması olsun ) .
ayrandık ayranlık ( ayran için hazırlanan şey ) ; bir azıraak ayrandık koy : bir miktar sağmal koyun , bir parça ayran alınabilecek olan koyun miktarı .
ayrı I, 1 . ikiye ayrılan , çatal , anadut ; temir ayrı : demir anadut ; ayrı kezeñ : eğerimsi dağ ; ayrı kuyruk bk . kuyruk ; ayrı sakal 1 ) çatal sakal ; 2 ) çatal sakallı adam ; ayrı col : yolun ikiye ayrıldığı yer ; eki col ayrı bolso , ittin başı kañgı bolot ats . : yolun ikiye ayrıldığı yerde köpek yolunu şaşırır ; ayrı baş 1 ) iki başlı ; 2 ) = ayrıbaş ; 2 . iki hörgüçlü deve ; …. ayrı emes narça töölördü folk . : iki hörgüçlüleri değil , tek hörgüçlü develeri .. II = ayır .
ayrık 1 . bölüm , bölme , yarık ikiye ayrılmış , yırtık ; 2 . dağlardaki çukur ; iki dağ ırmağının kavuştuğu yer .
ayrıkça ayrıca , bilhassa ; ayrıkça köñül ber - : ayrıca dikkat etmek , ayrıca meşgul olmak .
ayrıkçalık hususiyet , istisnaiyet .
ayrıl- 1 . ikiye ayrılmak , bölünmek ; birbirinden ayrı düşmek ; corgo mingen coldoşunan ayrılat, köp caşagan kurdaşınan ayrılat ats. : yorga ata binen yoldaşlarından ayrılır; uzun yaşayan kimse yaşıtlarından ayrılır 2. mahrum olmak; malıman ayrıldım : hayvanlarımdan mahrum kaldım.
ayrılgıs ayrılmaz, ayrı düşmez, ayrılgıs dos : ayrılmaz dost.
ayrılış I, ikiye ayrılma ; parçalanma ; ayrılış col = ayrı col (bk. ayrı I1) II, müş. ayrıl-dan.
ayrıluuçu 1. ikiye ayrılan ; ayrı düşebilen ; 2. gram. es. :mevsuf.
ayrım ayrı, ayrı duran ; bir şeye has olan ; ayrım komissiya : o işe has komisyon ; ayrım bigadalar booyuça : ayrı taburlara göre ; açık-ayrım : apaçık , aynen ; açıkça, vazıhan; açık-ayrım süylöş- : açıkça, candan konuşmak; açık-ayrım tüşündür- : noktası noktasına , açıkça anlatmak.
ayrıpılan kon. tayyare.
ayrış I1.ikiye ayırma ; ayrı düşürme; 2. ayırt etme.
ayrış- II, müş. ayır-dan ; baş ayrışsak- börk içine ; kol sındırışsak – ceñ içine ats. : evdeki çörçöpü dışarı çıkarma (harfiyen : baştan ayrılırsak- kalpak içine, kolumuz kırılırsa – yen içine).
ayt I hayt ! taygandarın "ayt ! " dep ciberdi : yürük köpeklerine "hayt" diye bağırdı; ayt-aytta- : "hayt hayt" diye bağırmak (çobanların iykaz edici bağırışı) ; ayt koy yahut ayt kıyt koy- : alabildiğine bağırmak, yüksek sesle bağırmak. II a. bayram (Müslümanlarda) . III, 1i demek, söylemek, tekrar söylemek; hikaye etmek; aytmayınça kim bilet ! açmayınca – kim köröt ! ats. : söylemeyince kim bilir! açmayınca kim görür!; taap ayt- ; ciddi, akıllıca söylemek ; aytkan cerden çık- : göze alınan işi yerine getirmek ; taahhüdünü ifa eylemek, sözünde durmak : atıp kı- : bir işi iykaz etmek suretiyle yapmak ; aytıp kılgan iştin aybı çok ats. : önceden iykaz etmek suretiyle yapılan iş ayıp sayılmaz; 2. (önce gelen ablatif ile) : hükmetmek (önceden tayin etmek, hissesine vermek), süzögön uyga kuday müyüzdön aytpagan ats. : çok süsen ineğe Tanrı boynuz vermez.
ayta ayta buyta degice : bir lahzada, göz kırpıncaya kadar.
aytoru sözün kısası; umumiyetle; aytoru bilgeniñdi kıla ber : hulâsa, ne istersen yap.
aytpasa o halde; öyle mi, acaba !; aytpasa töğünbü : doğru değil mi, acaba!
aytta-I ayt-aytta bk. ayt 1.
aytta-II bayram etmek, bayram kutlayıp ve ikram edilerek dolaşmak, bayram ziyaretleri yapmak.
ayttat- et. aytta I, II den.
ayytık- es. bayram hediyesi.
ayttır- et. ayt- III ten; kız ayttır-: kız istemek; kızga ayttırıp cürgön cigit : kendisine nişanlı arayan, kız isteyen delikanlı ; bir tıyın berip koydura albayt ats. : bir kopek mukabilinde söyletemiyor, (bir defa söylemeye başlayınca) bin kopek mukabilinde durduramıyor.
aytuu söyleme, anlatma; teleffuz: aytuuna karaganda : onun dediğine göre.
aytuuluu = = aytıluu II.
ayuu ayı; ayuu kulak bk. kulak III.
ayza = = nayza.
az I, az, az mikdar, bir parça; bir azdan, yahut bir azdan soñ : biraz sonra, bir müddet geçince; az-maz : azıcık, cüz’ice, azar azar, tedricen; ölörünö az kaldı : ölümüne az kaldı; al da az kelgensip : bunu azımsıyarak; azın- köbün : bir parça istihkakı kadar; azın- köbün ızattap folk. : bir parça hürmat göstererek, azıcık sayarak.
az- II, yolu şaşırmak. sapıtmak, dalâlete düşmek. III, 1. zayıflamak, kurmak; öñünön azdı : benzi attı; zayıfladı; azıp-tozup cok boldu : dağılıp heba oldu; azgan- tozgun : aç ve çıplak; son derece bitkin; 2. fakir düşmek; azmattın azaganı, köçköndö cöö baskanı folk. : yiğitin fakir düşmesinin beldeği (alâmeti) göçerken, yer değiştirirken yaya yürümesidir.
aza I, a. mâtem; sagu sağma (ölü için ağlama) ; aza marşı : mâtem marşı; aza kütüü mitingi : mâtem mitingi; aza kütüp oturgan katın : (kocası için) sagu Sagan (ağlıyan) kadın; altı katın azaga barsa, ar kimisi öz muñun aytat ats. : altı karı sağu sağmıya giderse, her biri kendi derdini okur; köñülü aza bolup kaldı : bir parçakırıldı, küstü; balanı aza kılba! : çocuğunu incitme! II = asa.
azaat = asaat.
azadar a-f. kederli, tasalı.
azal = = ezel.
azala- azalap bar- ( başsağlığı dilemek için) ölenin köyüne gitmek; balasın azalap bardık : çocuğunun ölümü dolayısıyla taziye etmek için gittik.
azamat yiğit, babayiğit.
azamatçılık = = azamattık.
azamattık yiğitlik.
azan I, a. ezan (ibadete okuma); azan ayt- : ezan okumak; azanda yahut azanı menen : sabah erkenden; azadagı at : ilkin verilen isin ( at koma ezan okuma zamanına uygunlaştırılıyordu) /3/ ; azandagı stı Samtır emes, Sarıkul eken : meğerse, onun ilkin adı Samtır değil, Sarıkul imiş (Samtır ası ona sonradan ltakılmış imiş). II, kazan sözünün tekidir : azan- kazan
azançı müezzin (ibadete okuyan).
azap a. eziyet; ıstırap; azap kördüm yahut azap tarttım ; azap çektim; sening asabıñ maga öttü : sen bana azap çektirdin; azap-tozok : aşırı ıstırap; azabın kolgo bergile folk. : kendisine adamakıllı bir ders verin!
azaptan- azap çekmek, ıstıraba katlanmak.
azaptandır- tazibetmek; çektirmek.
azaptanuu işs. azaptan-dan
azaptuu eziyetli.
azar I, f. tazip, ıstırap, hararet, zulüm, azar sal- : zulmetmek, tazip eylemek; azar tart- : tazyik ve tahkire uğramak; azar tarttır- : eziyet vermek, çektirmek. II; bezer ve kazar sözlerinin tekidir. III, f, azar tümön : hesapsız; azar maktansañ, eki kişilik alıñ bardır : nekadar övünse de, yalnız iki kişiye karşı koyacak kuvvetin vardır.
azarman azarmandan benzemen bol- : hayretten şaşa kalmak; azarmandan benzer bolup : yaka silkti (olanca gayretiyle imtina etti) .
azat I, f. serbest, hür, erkli; okuudan azat bolduk : dersten serbest bırakıldık (tatile girdik yahut ders bitti) . II = asaat. III, azat boyu : bütün vücudu.
azatçıl hürriyet seven.
azattık hürriyet
azay- azalmak, eksilmek; menden ekçim azaybayt : bulunsam da, bulunmasam da, bundan kimseye zarar olacak değildir (harfiyen : benim yüzümden kimse eksilecek değildir) .
azayt- azaltmak, eksiltmek; ölüp kimdi azaytam? : ölümüm kimin ağlamasını mucîbolur? ( harfiyen : ölmek ben kimi eksilteceğim? )
azaytıl- azaltılmak.
azayttır- et. azayt-tazı
azaytuu azaltma.
azayuu işs. azay-dan.
azbaray f. için sebebinden.
azçılık akalliyet.
azda- azdap : azar azar, tedricî surette.
azdek candan sevilen, taparcasına sevilen.
azdekte- tazim ve sevgi ile eğilmek, taparcasına sevmek.
azdık azılk, kifayetsizlik; bul maga azdık kılat : bu benim için azdır, kâfi değildir.
azdır I, et. az II den ; azdırıp – tozdurup cok kıldı : her yana koğdu; saçıp savurdu
azdır- II, et. az- III; öñünön azdırıp cibergen : onu bitkin bir hale düşürdü.
azem = = asem.
azezil azazil a. şeytan, iblis.
azgana azganakay, biraz, cüz’î, bir parçacık.
azgansı- yolunu şaşırmış olanın durumunda bulunmak, sapıtmak.
azgın yolunu şaşıran; sapgın; nesli bozulmuş, yozlaşmış, dejenere; at azgını corgo, adam azgını moldu ats. : atın azmanı yorgadır, adamın azmanı da hodur.
azına- sıksık ve yüksekselse kişnemek (üğüründen uzak düşmüş aygır hakkında) .
azınat- et. azına-dan.
azıñkı son derece arıklamış olan, sararıp solmuş.
azınoolok = = azoolok.
azır I, a. 1. şimdi, şu dakkada; azır keldim : şimdi geldim : azırınça : şimdilik; azırınça barbay tur! : şimdilik gitme! ; 2. hazır bulunan; hazır (anık) ; erteñ azır bolsun : yarın hazır olsun; 3. uyanık; kolxozdun malına azır bol : kolxoxun (ziraat kolektifinin) hayvanlarını bekle, bak! II, ayran I sözünün tekidir : azır- ayran. III, a. dn. nezir, adak , kurban, atiye; azır tayı- : adağı (neziri) yerine getirmek (başlıca, ölü nama)
azırda- hazırlamak, önceden hazırlamak.
azından- hazırlanmak, vakti zamanında hazırlanmak.
azıret = = aziret.
azırınça bk. azır I, 1.
azırkı şimdiki muasır, çağdaş; azırkı ubakta yahut azırkı kündo : bugünkü günde.
azırkısın şimdi, bu zamanda.
azırtan daha şimdiden, daha bu vakitten itibaren.
azız I, a. iki gözünden kör olan, darîr. II, a. muhterem, kıymetli (kalbden sevilen) , aziz.
azik f. 1. ince zarif; 2. incelmiş; 3. nazik (iş, meesle hakkında) .
azilkeç = = asilkeç.
aziret a. es. kutsiyetmaâp, asâletmaap, şevketmaap.
azireyil = = azreyil.
aziz = = aziz II.
azoo vahşi binilmemiş, harın (hayvan hakkında) .
azoolok azıcık; cüz’îce; azoolok akça bere tur! : bir parça para ver!
baar maldan açtım bardı folk. : mal ve mülkümü cömertçe israf ettim, külünü savurdum.
baarda- hikâye etmek, anlatmak.
baardaş I, 1.samimi dost ; canciğer ahbap ; 2. sevgili erkek veya kadın; baardaş senin dartıñdan basarga cok darmanım folk : sevgilim , senin derdinden kamıldamaya dermanım yoktur.
baardaş- II, samimi candan sohbet etmek ; baardaşsam dep oylop, bardım kelet üyüñö folk : candan konuşmak maksatıyla senin evine gitmek istiyorum.
baarı onların hepsi; hep; baarı bir: hepsi bir; baaarıñar : hepiniz; baarın-cokun : onların hepsini; ellerde olanın hepsi, varı yoğu.
baarıla- baarılap : hepsi toptan.
baarlaş = baardaş II
baasız takdir olunmayacak derecede kıymetli.
baatır bahadir , kahraman cesur; emgek baatırı : emek kahramanı; Sovetter Soyuzunun baatırı : Sovyetler birliğinin Kahramanı ; baatırlarça : bir kahraman gibi ; kahramanca, kahramana adi ve müteallik; baatırlarça küröş : kahramanca güreş; baatır süylö- : övünmek ; üydö baatır coodo cok folk : koyunlar karşısında tiğit, yiğit karşısında ise, kendisi koyun (harfliyen : evde cesur, harpte yok) ; baatır başı tar : kandisine binbaşlarının tabi bulundukları serdar.
bacılda 1. çok ve manasız söylemek, boş söz (herze) söylemek ; 2. mırıldanmak.
bacıldak geveze, yanşak.
bacıkdaş- müş. bacılda-dan.
bacıldat- et. bacılda-dan.
bacıldoo 1. boş söz; 2. Mırıldanma.
bacırakay büyük gözlü; patlak gözlü.
bacırañda- hareket ve tavırlarından büyük ve patlak gözlü kimseye benzemek.
bacırañdat- et. bacırañda-dan.
bacıray- büyük, faltaşı gibi açılmış olmak (gözler hakkında) ; bacırayıp kara- : gözlerini geniş açarak bakmak ; bacırayıp kül- : neşeli neşeli gülümsemek, gülmek (büyük gözlü ve dolgun yüzlü kimse hakkında. )
bacırayt- . et. bacıray-dan
baça f. es. (fuhuşla iştigal eden oynayıcı oğlan ; kırgızlarda böyle bir şey olamamıştır) ; baylarında içkeni arak, cegeni et, oynotkonu baça ele: bayların (zenginlerim) içtiği rakıdır, yediği ettir ve oynattığı da ahlâksız oğlandır.
baçak = soto.
baçayı = başayı.
baçşagar baçagar, f. Söv. Necis, mundar.
baçım hızlıca; çabuk, çevikce.
baçımda- hızlatmak, tezletmek.
baçımdat- et. baçımda-dan.
baçıra- çatırdamak.
baçırat- çatırdatmak; bıçarata otun cak- : çatırdata odun yakmak.
bagalçak atın tırnağının üzerindeki boğum ; tabanla yahut tırnakla aşık kemiği arasındaki yer ; meyli, başı baş, bagalçagı kara taş! : nasıl istersen öyle yap, ne olursa olsun! ; bagalçak kelgen cigit : tıknaz, kısa boylu delikanlı.
bagcañda neşeli, keyifli bir halde bulunmak.
bagcañdoo işs. bagcañda-dan.
bagcay . yassı yüzlü, geniş ve koyu sakallı olmak : bagcaygan teke : ciddi tavırlı, uzun sakallı teke.
bagınt kendi tesiri ve nüfuzu altına almak; ram etmek.
bagıntuu işs. bagınt-tan.
bagınuu (herhangi birisine) ram olma, boyun eğme.
bagış sıgın (bu söz yalnız kabiyle ve şahıs atlarında saklanmıştır ) ; sarı bagış (sarı sıgın ) ; çong bagış ( büyük sıgın ) Kırgız kabiylerinin adlarıdır ; ak bagış (beyaz sıgın ) , Kara bagış (siyah sıgın ) ; erkek adlarıdır.
bagışta ithaf etmek, kurban vermek; atasına bagıştap mal soydu es. babasının ruhuna ithaf ederek kurban kesti.
bagıştal pas. bagışta-dan.
bagıştan mut. bagışta-dan.
bagıştoo ithaf, ihda (hediye, atiye verme).
bagıt yön, veche ; bagıt al : yönelmek, doğrulmak ; sayası bagıt : siyasî veche.
bagıtta istikamet vermek, yön göstermek.
bagıttal et. bagıtta-dan.
bagittoo işs. bagıtta-dan.
bagıttooçu istikamet veren, yön gösteren.
bagon kon. = vagon.
bagön r. kon. omuzluk; epolet.
bagörnöy r. yahut bagörnöy kagaz tar. ulak atlarından istifade eylemek için vesika.
baguu 1. nezaret, bakım; mal baguu : davarcılık; cılkı baguu : hayvan yetiştirme işi 2. besleme (iaşe ve infak) ; atasının baguusunda : bababsının bakımım altına.
baguuçu nezaret eden , bakan.
baguuçuluk mal baguuçuluk : hayvan yetiştiricilik, davarcılık ; çoçko baguuçuluk : domuzculuk.
baguusuz nezaretsiz, bakımsız kimse.
baguusuzduk bakımsızlık, k,msesizlik.
bagzal kon. = vokzal.
bak I. f. bahçe, bağ; sebze bostanı. II. f. (ve bakıt) : talih, baht: muvaffakiyet: bak kumar : can harisi, ikbalperest; bak kongon cigit : şanslı delikanlı; bak talaş : mevki peşinde koşmak, mevki için çekişmek; baktıñ ozsun! : talihin yükselsin! bak- taalayı açılsın! : şansı açılsın; bak al yahut bak bas : ezmek yenmek; bak aldır : yenilmek, kendisi yendirmek; bak aç : talih yolunu açmak; menin badıma : talihime karşı; babızga kayçı : bahtımıza karşı. III(bak – bak 1) keçi sesini taklit; 2) mırıldanma: bak-bak etip süylöp atasıñ : mırıldanıyorsun, boş lakırdı söylüyorsun. IV, bakmak, gözkulak olmak: meşgul olmak ; terbiye etmek, itina etmek (bakmak) ;kolgo baga turgan mal : evcil hayvan; başbak : kafayı hafifçe çıkarmak eşikten baş bagıp karadı : kapıdan başını çıkararak baktı; baş bagıp kirerde : tam girecek yerde, madhalde; tam girerken; can bak : dirlik etmek : geçinmek (guda ve mesken bulmak) ban baktı : evfinde oturmıyan; ikram edilmeyi umarak , yabancı avlularda dolaşan.
baka I, kurbağa; köl baka : su kurbağası ; taş baka kaplumbağa ; baka baş : karaluş çeşitlerinden biri ; baka calbırak bk. calbırak ; bakanın özü çöldö bolso da, közü köldö ats. : kurbağanın kendisi çölde olsa gözleri göldedir; sekirgen bakaga cetpey kaldı : onun kanatları kırpılmıştır; eski kuvvetini kaybetti ( harfiyen : o, zıplayan kurbağaya yetişmek iktidarında değildir). II,üzerinde değirmen üst taşının döndüğü kazık. III, baka-şaka : takırtı; gümbürtü; karmakarışıklık; karışıklıkla beraber gürültü, patırtı.
bakal Ia. bakkaliye; bakkal; bakl soda : bakkaliye ticareti ; bakal buyum : bakkaliye malları. IIf. saman.
bakala müşahede etmek, gizlice gözlemek : attı takalagança, coldu bakala ats. : atı nallamaktansa , yolu seçersen daha iyi yaparsın.
bakaçlı bakkal ; ufaktefek şeylerle alışveriş eden .
bakalda harman yerinde saman küremek.
bakaloor 1. galsama (balıklarda) : 2. boğazın üst kısmı; 3. çenenin alt kısmı.
bakan sırık, ki onunla keçe evin iskeletinin üst kısmını kaldırırlar; ala bakan : askı vazifesini gören budaklı sırık ; kol bakan : yaylaya beraberinde aldıkları küçük sırık ; bal bakan : rüzgâr sırasında keçe evin içerisinde dayadıkları sırık ; tündük bakan : rüzgâr veya yağmur sırasında tündük’ü (bk.) dayamak için kullanılan sırık ; baknday azamat : endamlı, güçlü, kuvvetli yiğit; kanlı canlı genç.
bakanda sopa ile dövmek; bakandap kuu : dayak atarak, kovmak ;tardetmek.
bakandaş müş. bakanda-dan.
bakanooz casus, gözcü.
bakanoozduk gözcülük.
bakat a. mutlaka; münhasıran : ancak, fakat.
bakatay taamay ; bakatay özünö tiydi : tam gözlediği yere isabet ettirdi ; tam kendisine, nişana değdirdi; bakatay cakşı çabalbay, çorkoktun biri sen elañ folk. : isabetli vuramayan "beceriksizler"in biri de sensin, çükönün bakatayı : büyük aşık kemiği ; mümtaz aşık kemiği; sık (süngerimsi olmayan ) aşık kemiği.
bakay (atı veya sığır hayvanının tırnaklarının üst tarafındaki ) kemikçik; aşık kemiği ; bukta bakay : endamlı (at hakkında).
bakañda bagcañda.
bakcay = bagcay.
bakça f. bahçe; baldar bakçası : çocoklar bahçesi, ana mektebi.
bakçı bahçıvan.
bakçılık bahçıvanlık.
bakene f. alçak, kısa boylu ; cüce.
bakenek f. = bakane.
bakeş biçilmiş sıra; biçilmiş ot sırası.
bakı = baki I; bakının baarı : ne varsa, hepsi; nbakı curttun barısı folk. İstisnasız bütün halk.
bakıl a. hasis, ciri bahil.
bakıla = bakal.
bakılda yaygara etmek; bakıldagan tekeni suu keçkende körörmün ats. : yaygaracı tekeyi su geçerken görürüm.
bakıldak mırıldanma ; boş söz.
bakıldaş müş. bakıla-dan.
bakıldat et. bakılda-dan.
bakıloo müşahide edilme; nezaret: murakebe.
bakır I, a. fakir. II, 1. bakır (maden) ; 2. madenî kova; 3. iki "kopek"lik bakır sikke; iki "kopek"; eki bakır : dört "kopek". II, yabanî eşeğin aygırı (bk. Kulan) .
bakıy- kocaman olmak ; bakıygan cigit : sapa sağlam, iri yarı delikanlı.
bakıyış- müş., bakıy-dan
baki I, hep, hepsi; baki cok : bütünü; baki coktun baarın ele süylöp oturasıñ : olur olmaz şeylere, söylenmesi lâzım olan ve lâzım olmıyan sözleri söylüyorsun. II, f. Çakı.
bakma 1. Evcil, ehlî (vahşi olmıyan) ; bakma ayban : ehlî hayvan; 2. ahretlik, bakma bala : evlâtlık; ahretlik çocuk; 3. Yemlik; bakmada kança bili bar! Folk. : yemlikte te kaç tane fili var!.
bakmaçı bakıcı çoban.
bakmala = bakala.
bakpayak çatal tırnaklı hayvanların tırnağı (bütünü), bakanak.
baksa f. Çit çamurundan avlu duvarı; çit çamurundan ev duvarı.
bakşı sans. Es. Mutatabbip; şaman; bahşı; ,k, türlü bahşı vardı: ak bakşı ve kara bakışı (daha fazla kuvvet tesirli) ; kara cindüü bakşı : seans celse esnasında taşkınlık eden (kızgın demiri yalıyan, kendisine bıçak saplıyan ve s.) bakşı; berkon bakışı yahut döker bakşı : mahir bakışlı; caman kün cakşı bolot, ualbagan bakşı bolot: kötü gün iyi olur, utanmıyan bakşı olur.
başkılık bakşı şaman mesleği yahut veziyeti.
bakt = bak ıı.
bakta = pakta.
baktaçı = paktaçı.
baktaçılık = paktaçılık.
baktek f. Kumru.
baktı baktı kilem (destanda) : bir nevi pahalı halı.
baktıluu bahtlı ; baktıluu turmuş: mes’ut dirim.
baktır- et. bk. Iv ten.
batkısız talihsiz, betbaht.
batkısızdık talihsizlik, mahrumiyet; baktısızdığıma karşı : talihsizliğime karşı; talihsizliğim yüzünden.
baktököl = tobokel; baktökölgö salalı! : haydi, tehlikeyi göze alalım!
baktuu = baktıluu.
bakubat f-a. Sağlam; bakubat turasızbı? Yahut bakubat cürösüzbü? : iyi vakit geçiriyor musnuz?. Nasıl yaşıyorsunuz?
bakzal = vokzal.
bal I, 1. bal kaynat- : ,y, kaynatmak; 2. Folk. : alkollü içki; baldan yapılan içki, bal birazsı; bal açıt-: balı ekşiterek bir içki yapmak. II, a. 1. Fal; fal açma 2. Fal taşları; bal aç- : fal açmak; bal açtır-: fal açtırmak, açmıya zorlamak veya rica etmek. III, bal-bal can-: alev alev yanmak.
bala (cemi şekli: baldar) 1. Çocuk; yavru; kız bala: kız çocuk; uul bala : oğlan çocuk; oğlu; kol bala yahut uya bala (daha yavru iken yuvadan alınmış olan kuş) ; tor bala kılıp al- : evlâtlığa almak; bala sal- : çocuk düşürmek; bala saluu : çocuk düşürme; tün balasında : bütün gece; tün balasında uyku körböy çıktım : bütün gece uyumadım; 2.erkek tarafından torun. a. belâ, kaza; bala-kaza : felâket ve kaza; kokus bala bk. Kokus; balağa kal- yahut balaaga tutul- : belâya kalmak bilbegen miñ balaaga tutulat : bilmiyen bin belâya uğrar.
balaaluu sık sık belâya uğrıyan.
balaçılık = balalık
balagat a. bulûğ (erkeklik yaşına erme) ; balagatka cet- : bülûğa ermek.
balak f. Tar. Kırbaç yahut değnek, falaka (cismanî ceza âleti) ; balak al- yahut balak ur- : cismanî cezaya çarptırmak; cüz kamçı balak uruldu : (cezandırılana) yüz tane kamçı darbesi indirildi.
balakay çocukcağız;
balakayım : çocukcağızım.
balakçı tar. Cismanî ceza ameliyesini yapan.
balaket a. 1. Felâket, kaza; mihnet; bargan ceriñ ot bolsun, balaketi cok bolsun! (iyi dilek) : vardığın yerin otu bol olsun; felâketi olmasın! : balaketiñdi alayın ok. : sevgilim, canım (harfiyen : sana gelen felâketi üzerime alayım) : 2.belâlı hiylekâr; balakettey bilet : çok iyi biliyor.
balaluu çocuklu, çocuk sahibi; katın- balaluu kişi : karısı ve çocukları olan kimse; aile sahibi; balaluu üy-bazar, balasız üy-mazar ats. : çocukluk ev- pazar; çocuksuz ev-mezar; agayında kadırın calaluubolsoñ bilersiñ, ata- enenin kadıran balaluu bolsoñ bilersiñ : dostun /4/ kadrini iftiraya uğradığın zaman anlarsın; ana babanın kadrini ise, çocuk sahibi olduğunda anlarsın.
balans r. balans, müvazene; korkundu balans : son muvazene.
balapan palaz, kuş yavrusu.
balapanda- balapandap çıkan çöp : hafifçe başgözteren ot.
balasınt- çocuksumak, çocuk saymak; al meni balasıntpayt, mamilebiz teñtuş kişilerdey : o, beni çocuk saymıyor, münasebetlerimiz yaşıt adamların münasebetleri gibidir.
balasız çocuksuz; çocuğu olmıyan; ör. bk. balaluu.
balasızdık çocuksuzluk.
balatı taze sınavber fidanları, taze sınavber.
balbala- asılı durmak, sarkmak; salbaalagan keñ ceñ : geniş sarkan yen.
balık balık; balık et : adaleler (gergin oldukları zaman).
balıkçı 1. balık avlayan; 2. balıkçıl (kuş).
balıkçılık balık avlama m
esleği .
balıkta- (rad.) balık avlamak.
balır 1. bir su yosununun adıdır : akkuu bolup catpasam, başımdı kölgö malbasam, balırdı sorup albasam folk. : eğer koğu olmazsam, başımı göle daldırmazsam ve balırı emmezsem (ben ben olmayım) ; 2. bot. Su yosunları.
balırluu balırı olan bk. balır) ; balır biten; balırluu köl : içinde balır biten göl.
bali f. 1. Doğru! ; bravo! 2. İşte sana!.
balit f. Söv. 1. Pis, necis, balit söz : 2.mundar.
balittik 1. Çamur; necaset; 2. Mundarlık.
baliysa kon. = politsiya.
bakla 1. Çekiç; değirmen çekici; çaar bakla : değirmen taşçı çekici : ay bakla : topuz, çomak; teke bakla : gümüş ve gayet ufak çivileri dövmek için kullanılan küçük çekiç; çapkı bakla : türpü (bk. Türpü 1) kakmak için kullanılan (saraç âleti; 2. Orman bekçisinin baltasıdır, ki o, onunla ağaçlar üzerine kertikler yapar (karş. balkaçı 2.)
balkaçı 1. Çekiçle iş gören, demirci; 2. Orman bekçisi; ormana nezaret eden (karş. bakla 2.)
balkan balkan tooday : kocaman; yığın, küme, kütle.
balkanak kalın etli; balkanaktay bolup şişip ketti : pek fazla şişti, kabardı.
balkay- yoğun ve gevşek olmak, şişman olmak (insan hakkında).
balkı bir kıymetli kumaşın adıdır.
balkı- II, 1. Erimek; yumuşamak; korgoşunday balkıydı(ateşte) kurşun gibi eridi, yumuşadı; 2. Donakalmak, muunu balkıdı : mafsalları, boğumları gevşedi.
balkılda- dolgun, yumuşak ve nazik olmak(yüz ve ten hakkında).
balkındat yumuşatmak, eritmek.
balkıt- fazla yumuşatmak;boy balkıt- :bedeni tam bir rehavet haline getirmek.
balpakta- . Sallanmak (diyelim, boldun ve yenler hakkında).
bolpalakta- ağır be çolpa bir surette hareke etmek ( diyelim, ağır ve şişman bir adam veya gayet bol giyim yahut ayakkabı giymiş olan kimse hakkında.)
balpañ balpañ-balpañ bas = balpañda-
balpağanda- 1. ağır ve çolpa hareket etmek; balpañdap bastım : ağır ve sallanarak yürüdüm (diyelim, derin kar yüzünde ağır ve bol giyimle)2. Mec. Naz niymet içinde, debdebe ve tantana ile yaşamak.
baplında- 1. Çolpa olmak; 2. Kirli pis olmak; 3. Pepelemek; balpıldagan ak sakalduu, sarı tiştüü abışka bol! (iyi dilek) : sana uzun ömür dilerim). ( harfiyen: pepeleyen, ak sakallı, sararmış dişli ihtiyar olmanı dilerim; 4. Homurdanarak şikâyet etmek.
balpıldak kirli, pis; salak; kanıkey kalpıldak yahut korolu balpıldak; bataklıklardaki ot çürüğünün bir çeşidi.
balpıldat- et. balpılda-dan.
balta 1. balta; ay balta yahut aybalta : savaş baltası, nacak; baltam tap: bir çocuk oyunudur. (harfiyen: baltamı bul! ) ; balta çabar tar. : nacakla müsellâh olan bir nevî asker; ak balta : fabrikada imal edilen balta; kara balta : elişi olan balta; balta cutar yahut balta cutkan 1) bir yırtıcı kuş; 2) büyük ağızlı; 2. Oğlan, bacak (oyun kâğıtlarından. )
baltaçı baltacı, balta yapan; ay baltaçı yahut aybaltaçı : nacakla müsellâh olan muharip, mızraklı asker.
baltagay gayet kalın ve hantal olan nesne; buttarı baltagay coon : bacakları kalın ve bantaldır.
baltala- balta ile
kestirmek baltalamak.
baltalattır- balta ile kestirmeye zorlamak.
baltaluu baltalıi balta ile silâhlanmış olan; baltaluuga otun cokpu? ats. : baltası odun olmaz mı hiç?
baltañda- 1. Hareketlerinde uzun boylu, şişman hantal (kimseye) benzemek; 2. ağır ve iri adımlarla yürümek ( diyelim, derin kar üzerinde).
baltañdat- et. baltañda-dan.
baltay I. baltay – şaltay es. (başlıca simsar ve telâlar arasında) : lüzumsuz ve boş lâkırdı; baltay – şaltayıñdı koy! : boş lâkırdılarını bırak!
baltay- II, şişman ve hantal olmak; baltaygan çoñ : muazzam yığın, küme.
baltayt- et. baltay ıı den; üstöldün butun baltaytıp casay salgan : masanın ayaklarını kaba ve kalın yapmış.
baltek köpek adı (çok yaygındır ve onun için genelce "it" mânasında da kullanılmaktadır.)
baltır baldır; baltır beşik bala : küçük çocuk; meme emen çocuk; baltır bir başka çıgatats. : domuzu sofraya oturtsan, ayaklarını sofraya koyar (harfiyen: baldırdaki bit başa da çıkar).
baltırgan baldıran (ot) ; uu batlardan : agu otu (ot) ; ayuu baltırgan : kenker otu (ot) ; sasık baltırgan yahut elik baltırgan : bir nevi su yosunu.
baltoo on. = palto.
banda I = bende. II, r. banda (güruh, çete).
banderol r. etiketli kâğıt bağı.
bandit r. şaki, soyguncu.
bañgi f. beng tiryakisi, bengî.
bangi = bañgi.
bañgilik bengilik.
bañke I, kon. banka. II, r. bokal; hacamat şişesi.
bañkıl ak bañkıl (Rad., IV) at ismi.
bank r. banka.
banket r. ziyafet.
bap I, f. hazırlıklı; talim (av kuşu ve at hakkında) ; çakışı kuşka caman kuş babı menen teñelet ats. : kötü doğan talim sayesinde iyi kuşla denkleşir; senin babıñdı tappadım : seni bir türlü memnun edemedim ; bap özü : tam kendisi. II, f. altın bap : altınla dokunmuş. III, "ba" ile başlıyan sözleri takviye için ilâve edilir; bap-balpak : tamamıyle yassı.
bapak r. "papaxa" (yüksek deri kalpak).
bapay = apsay, apsıy-.
bapılda- = balpılda-.
bapıy- = apsay-, apsıy-.
bapke kon. = papka.
bapsañda- = apsañda.
bapsay = apsay.
bapta- 1. bir işii ustalıkla yapmak; 2. Talim ve terbiye etmek ( atı ve av kuşunu).
baptoo işs. bapta-dan.
bar I, 1. varlık; nakit : mevcut olan; bulunuyor; var; bar bolgon : ne varsa, hepsi; kolumda barım : elimde ne varsa; küçünün barınça : var kuvvetiyle, var kuvvetini kullanarak; bar körü turganım : bütün görmekte olduğum; barı cogunan ayrıldı : varı yoğundan mahrum kaldı; maa emine bar? : bunun bana ilişiği ne cihettendir? ;barsıñbı? ; daha sağ mısın? ; bar bol! : var ol! sağ ol! (selâmın cevabıdır) ; 2. (bu mânada daha ziyede : kolunda bar) malik olan; zengin; kolunda bar kişi : varlıklı adam; hali vakti iyi olan, zengin kimse. II = par I.
bar- III, kımıldamak, yürümek, hareket etmek, yürüyüp g,tmek; varmak; barıp kel- : gidip gelmek; varıp gelmek; ömrü uzak bargan cok : ömrü uzun olmadı, az yaşadı; ayt uuga oozu barbayt : söylemeye cesaret etmiyor, cesaret yetişmiyor; söylemeye dili varmıyor; barsa kebles sapar bk. sapar; barıp turgan : en yüksek derecede, en âlâ; barıp turgan duşman : anmasız, en şeriri düşman.
bara I, fç 1. cüz, kısım; parça; kırıntı; bükön-bara bk. bükön; 2. rüşvet; bara ce- : rüşvet alamak. II, f. kol, kanat; teğirmendin barası : değirmen çarkının kolu, kanadı.
baran uzakta görünen bir şeyin nişanesini, beldeği; karaltı; baraanıñdı körgündö baykuş cürök zarpıldap folk. : karaltını gördükte miskin kalp titriyor.
baraanduu görülen, fark edilen, büyük.
baraban r. davul, trampete; baraban kak- : davul, trampete çalmak.
barabar f. müsavi, denk; küçü saa barabar : kuvvetçe o, sana denktir.
barabardık = barabarlık.
barabarlık müzavat, denklik.
baraçı = barakor.
barak I, tüylü, tüyü fazla olan, tüyü uzun oloan; barak it : uzun tüylü köpek; barak çelek ağaç kova. II, a. (kağıt) yaprağı, varak.
barakat a. yahut cay barakat : sükûnetle, tam bir rahat ve huzur içinde mülâyimane.
barakattık cay barakattık : mülâmiyet ; ruhî sükûn ve huzur.
barakelde ! barak eldi!; a. 1. bravo!; ne maharet!; maşallah!; barekallah!; 2. işte al sana.
barakor f. rüşvet yiyen, rüşvetçi.
barakorluk rüşvetcilik.
barako kon. = paroxod.
barakta yaprak şeklinde komak; kitabın yapraklarını çevirmek, karıştırmak.
baral olgunluk; bülûğ, erkeklik yaşına erme; baralga kel- : tam kuvvetinde, kıvamında bulunmak; baralına kelbey öldü : vaktinden evvel öldü, gözü arkada kaldı.
barala- paralamak; parça parça etmek.
baraloo işs. barala-dan.
barancı f. peçe, perde; barancı tartıngan : peçe tutunmuş, peçe ile örtünmüş kadın.
barañ I, f. pistonlu tüfek (çakmaklı ve fitilli tüfekten farklı olarak) ; barañ emes, miltelüü kara mıltık: pitonlu değil, bayağı fitilli tüfek; aybalta canda şıñgırlap, sır barañ condo carkıldap folk. : nacak böğürde şakırdıyor, sırlı, cilalı tüfek sırtta parlıyor. I, ürüñ sözününü tekidir : barañ- ürüñ.
barat If. "mayda" sözünün tekidir. II, kon. = parad.
baratke . r. sıra, sıralama, tanzim etme.
baratkele sıraya koymak, tanzim etmek, yoluna koymak.
barayız a. es. İslâm, dinî vazifeleriyle tekliflerinin beyan eden bir kitap adıdır.
barbagay büyük ve hantal ; barbagay murun : "patates burun".
barbalakta = barbañda.
barbalañda = barbañda.
barbañda 1. şişman ve iri yarı bir adamın haraketlerine benzer hareket yapmak ; kolu-başı barbañda-dan : büyük kafalı ve parmak uçları kalın olan ; barbañdagan eme eken : çok şişman ve kocamanmış ; 2. mec. : iyi kalpli ve safça olmak : şen ve halinden memnun olmak.
bargız hareket etmeye zorlamak veyaq müsaade etmek.
bargızdır = bargız.
barı = baarı.
barık = bark 1, II.
barıkta takdir etmek: saymak: hürmet etmek: barıktasa başka cıgat ats. : hürmet edersen, tapene çıkar; yüz verirsen, şımarır.
barıktan kendini dev aynasında görmek, kibirlenmek.
barıktuu kıymetli : muhterem; otorite sahibi.
barıktuuluk değerlilik : otorite sahibi olmaklık.
barıla ( yalnız geçen zaman girondifinde): toptan, yığın halinde iş görmek ; tamaktı barılap içeli; yemeği hep birlikte yiyelim!; yemeğe hep birlikte başlayalım.
barılda- 1. halinden memnun bir tavırla homurdanmak; 2. yüksek keskin sesle konuşmak; kendine güvenen bir tavırla konuşmak.
barımta tar. haksızlık edenin veya onun hısım, akrabalarının hayvanlarını sürüp götürmek maksadıyla yapılan hücumdur, ki iddia edilen hakkı elde etme şekillerinden biriydi.
barımtacı tar. elin hayvanlarını aşırmak maksadıyla hücum eden kimse (bk. barımta)
barımtaçıl tar. barımta yapmaya yatkın olan kimse (bk. barımta)
barımtala- tar. başkalarının hayvanlarını bir karşılık olmak üzere, sürüp götürmek
barımtalaş tar. birbirini barımtalamayı caiz kılacak veya ivabet ettirecek münasebetlerde bulunlar; cardı menen coolaş bolgonço; bay menen barımtalaş bol ats. : züğürtle savaşmaktan zenginle barımtalaş olmak yeğdir.
barımtalat et. barımtala-dan.
barış yürüyüş; yolculuk; yön: barış kayda! : yolculuk nereye ! barış condomö gram. datif.
barışnı r. es. "barışnia" : madmazel, küçük hanım, hanım kız.
barıyant kon. = variant.
barız a. dn. bir Müslüman için yapılması lâzım olan vecibe, farz.
barikte f-k. bariktep cıy : (calı çırpıyı ) ufak dallariyle, yapraklarıyla birlikte toplamak.
bariktüü f-k. dalları çok olan; koyu yaprakla örtülü olan; bariktüü cıgaç : dalları çok ve koyu yapraklarla kaplanmış olan ağaç.
bark I, a. 1.fark; vasıf; hususiyet; 2. kıymet; değer; liyakat; otorite, haysiyet; barkımdıkeitrdiñ: haysiyetimi kırdın; barkıñdı tüşürbö! : haysiyetini halelder etme! itke temirdin barkı cok ats. : köpek için demir bir kıymet teşkil etmez; koldo bar altındın barkı cok atsa. : elimizde bulunanı saklamıyoruz, kaybedince ağlıyoruz ( harfiyen : eldeki altının kıymeti yoktur); bark al : ehemmiyet vermek; önemli, dikkatle; değer saymak; dikkat etmek; bar albay oltura bedri : aldırmadan oturmakta devam etti; bark kılganım cok : farkına varmadım; haberim yok; kadırı barkı çoñ : kadri, nüfuzu büyüktür; onu çok takdir ve hürmet ediyorlar; barkınan ketti yahut barkı ketti : kadri nüfuzu kalmadı. II, bark-bark : puf puf (lokomotif ve traktör sesini taklit) ; balanın ünü bark etti : çocuğun yüksek sesi çıktı.
barkıldaş karşılıklıca bağırmak, boğazını yırtarcasına bağırmak; yüksek sesle küfretmek.
barkıldak bağırgan.
barkıldaş- karşılıklıca bağırmak, hep beraber nara atmak.
barkıldat et. barkılda-dan; etti barkıldatıp kaynatıp cattı : eti şakır şakır kaynattı.
barkıra gümbürdemek, böğürmek; şiddetli çatırtı çıkarmak.
barkıraak çok bağıran, bağırgan.
barkıraş müş. barkıra-dan.
barkırat et. barkıra-dan.
barkıt r. "barxat" kadife; plöş; çiy barkıt : onulmuş yara izleri gibi yolları bulunan kadife taklidi pamuklu kumaş.
barlık hep; bütünü; herkes; barlık ölkölördün proletarları, birikile ! : bütün ülkelerin emekçileri birleşiniz!
barmak parmak; baş parmak : baş parmak; barmaktay : parmak kadar; küçücük; barmaktayımda : küçüklüğümde; barmak bastı, köz kıstıl kıl : işler becersi (harfiyen : parmak bastı, göz kırptı; barmak tişte bk. tişte; barmaktarının başına çeyin titirep turdu : bütün vücudu titredi (harfiyen: parmaklarının ucuna kadar); beş parmak 1) beş parmak; beş barmagınday kılıp tüşündür (ona) öyle anlatmak, ki beş parmağı gibi vazıh olsun; beş barmagımday bilem : beş parmağım gibi biliyorum; 2) kuşbaşı et parçalrından ve hamurdan terekküp eden ve üzerine et suyu dökülen bir çeşit yemek.
barmaktuu 1. parmaklı, parmak sahibi; 2 mec. insan .
barman f. ferman; buyruk; baydın işi barmen menen , coktun işi darman menen : ats. es. : zengin emirle ( para, mülk ile ) ; fakir ise emekle iş görüyor.
barpı bir ot ismi ; baskanı harpı çöp eken folk. : barpı otu üzerinde yürüdü.
barpıra titremek.
barpıraş müş. barpıra-dan.
barpırat et. barpıra-dan.
barpıratma 1. titreyen; 2. kaytan halkalardan yapılmış olan tek tuzak ("çele" den bk. ve "kıltak"tan farklı olarak).
barrikada r. barikad.
bars I, pars; 2. her biri bir hayvan adı taşıyan ve on iki senelik bir devir ( cycle) teşkil eden yılların üçüncü adıdır. II, bars- bars : pat pat ( şiddetli darbelerin verdiği sesin taklididir).
barsay kabarmak, şişmek.
barsılda havlamak.
barksan çekiç vuranın kullandığı demirci çekici.
barskançılık çekiç vuran mesleği veya durumu.
barşina r. angarya ( rusçası "barşçina" M).
bart bart kekir : yüksek sesle geğirmek; bart-bart kül : yüksek sesle ve keyifli keyifli gülmek.
barta kon. = patra.
bartay şişman, tıknaz, kuvvetli olmak; bartaygan kol : kalın ve sağlam el.
bartılkda kıtırdamak; bartıldao kepşe ( hayvanlar hakkında ): kıtırdatarak çiğnemek; bartıldan süylö : kat’î eda ile ve dâvudî sesle konuşmak.
bartıldat et. bartılda-dan.
bartıy = bartay; bartıygan coon kişi : iri yarı adam.
bartıya kon. = partiya.
bartoo kemiyetçe az, keyfiyetçe kötü olan bir kısım emtiadır, ki alışveriş yapılırken müşteriye, bir ikramiye olmak üzere, bedava verilir.
barzant = merset.
bas I, f. bas kel : denk gelmek; adam uluu bas kelbes folk. : on8un denki, eşi yoktur. III, r. mus. bas, dâvudî. IV, 1. tazyik etmek, basmak; cumurtka bas ( kuşlar hakkında ) : kuluçkaya otyrmak ; kiyiz bas : keçe dövmek ; kırman bas : harman bas : hırsı teskin etmek; hiddet basılmak; ünüñ bas ! : sesini kes! basıp ayt; alçak sesle söylemek; bekte bas yahut etke basıp ayt : yüzüne karşı söylemek; kılgandarın betine basamın : yaptıklarını doğruca yüzüne karşı söyleyeceğim; caltanbay, betine basıp ayt!: sıkılmadan, yüzüne karşı söyle!;bas-bas bolup kal : dinmek, sükûnet kesbetmek , ( diyelim, kılükaller, rezalerler, gürültü, patırtılar vs. hakkında) ; 2. ayak basamak; basıp ketti : yürüyüp gitti; hareket etti; uuru bas : hafifçe, oğrun yürümek; uuru baksan daam ayıl ayagındagı üygö cetti : oğrun yürüyen adam avlunun kenarında bulunan eve yaklaştı; beri bas! : beri gel!; at baspayın degen cerin üç basat ats. : at ayak basmak istemediği yere üç defa basar; çakırgandan kalba, özüñ basıp barba! ats. : çağırıldıkta gitmeden kalma; fakat kendiliğinden gitme!; 3. kaplamak; baştan naşa örtmek; suu aluuçu suğuş bk. soguş I; 4. tabetmek; kitep bas : kitap tabetmek; basıp çıgar : neşretmek (bsılan şeyi); 5. baskın yapmak.
basa I, bir daha; tekrar; basa bir ayak sundu : daha bir kadeh sundu; basakiy 1. boyuna (aynı giyimi ) taşımak; sık sık giymek; 2. üzerine çekmek; teri sımın basa kiyip : deri donunu üzerine çekerek; çaydı basa oturup iştedim : özemle çaıştım. II, evet, öyle; elbette; baswa deseñiz! : öyle, açık!
basık 1. gidiş, yürüyüş ( at hakkında); attın basıgı : atın yürüyüşü; corgo basık : ufak adımlarla yürümek suretiyle yorgayı hatırlatan at ; 2. mec. tavrı harekât; gidişat; basıgın cazbaptır : tavrını değiştirmemiştir.
basıl mut. bas IVten ; ooruganı basılsı : ağrısı durdu; ünü basıldı : sesi dindi; caan basıldı : yağmur dindi; eldin ayagı basılbay; biri kirip, biri cıgıp : halk kesilmiyor ( daima, boyuna) biri giriyor, biri çıkıyor.
basılt et. basıl-dan.
basıluu işs. basıl-dan.
basım 1. tazyik; küçü basım keldi : kuvvetli üstün geldi, onu daha kuvvetli olduğu anlaşıldı; barmak basım cer : parmak ucu genişliğindeki toprak sahası; 2. gram. vurgu, aksan; kiçi basım : ikinci derecedeki vurgu, aksan.
basımçala ( kadını ) zorlamak.
basımçaloo işs. basımçala-dan.
basımduu 1. gram. vurgulu; kendisine vurgu düşen; 2. üstün hâkim, ezici, kahir; basımduu köpçülük : ezici, kahir ekseriyet.
basın 1. alçalmak, basık hale gelmek; 2. ayakların biribirina çarpması yüzünden ön ayağı aksamak (at hakkında); at aygınan basındı : at aksamıya başladı : yürüken ayaklarını biribirine çarptı, topuk çarptı.
basmalat bir şeyi tekrarlamak, sık sık yapmak; basmalatıp kiy : sık sık giymek, uzun zaman taşımak: (giyimi).
basmayıl (eyer üzerinden geçen) kolan; basmayıl ötközör : teğeltideki bir deliktir, ki oradan kolan geçirilir; işinin basmayılı geçilip kalgan mec. işi bozuldu, çığırından çıktı.
basra 1. basık ; 2. basara mal : ayrılmış olan hayvan ( diyelim, oğul için).
basta alçalmak, inmek; dinmek; suu bastadı : su alçaldı; şamal bastayın dedi : rüzgâr yavaşlamaya başladı.
basatal = basta.
bastaluu alçalma, ağırlaşma, yavaşlama.
bastan f. falanca; bastan cerde : falanca mahalde.
bastança = bastan.
bastat alçatmak, yavaşlatmak.
bastatıl mut. bastat-dan.
bastatuu alçalma, yavaşlatma.
bastek f. 1. çaydanlık; ak bastekke çay demdep folk. : beyaz çaydanlıkta çay demlayerek; 2. mec. kısa basık, alçak; bastek boylu : kısa boylu: bastek boyu bar, añtara kiygen tonu bar ( bilmece) : kısa boyludur, kürükünü yersine çevirip giymiştir ( koy : koyun).
bastık alçaklık; korkaklı8k.
bastır 1. tazyik etmek; basmaya zorlamak; begireek bastırıp koy! : fazlaca sıkıştırıp koy! ; köçügümdü bastırbay bk. köçük; 2. tabettirmek; tabetmek; kitep bastır : kitap tabetmek; 3. harman dövmek; 4. yürümek; yavaş yürümek; bastırgan barabr, çapkam klar ats. : yavai gidersin uzağa gidersin ( harfiyen: yavaş adımlarla giden maksadına varır, koşan geri kalır); katdan bastırdıñar? : yolculuk nerden ( nereden geliyorsunuz?); 5. ilgeri bastır : imkan vermek yahut ileriletmek; 6. kürkten kenar yapmak; kunduz bastır : kunduz kürkten kenar yapmak.
bastırık = bastırma I.
bastırış hep beraber harmanı dövmek.
bastırma 1. baskı ( arabaya yükletilen kuru otu ve ekin demetlerini bastırmak için kullanılan sırık); 2. arabalık, hangar, sundurma.
baş 1. kafa, baş; çoñ baş : büyükm kafalı; başım ooruyt : başım ağrıyor; öz naşıbdagı töönü körbögön kişi başındagı çöptü köröt ats.: kendi gözündeki deveyi görmez, elin gözündeki çöpü görür; boz baş: 1) büyük, kül renginde olan sakasağan; 2) tepeli doğan sakr; boz baş: bir yırtıcı uşun adaıdır; boz baş katın : genç kadıncağız; boz baş baldar : genç çocuklar; taze gençlik; et baş al. : büyük kafalı; kak baş : kurumuş kafalı; bayga başı bağlanmış, ona köle olmuş fakir; bul iştin başın açış kerek : bu işi aydınlatmalı, onu noktası noktasına bilmeli; başı açık : 1) münakaşa, izah ve aydınlatam götürmeyen iş; 2) alâkası olmayan; 3) serbest ( kimseye ait olmayan); başı açık akıl kalbadı folk. : bilmeyen kalmadı; baş boş 1) birleşmek; 2) yardım etmek; baş tart ( ablatif ile 9 yan çizmek, işin içinden sıyrılmak; ( iy-, ur-, urun-) boyun eğmek; ram olmak; karılıkka baş koyduñuzbu*0 : kocamaya başladınız mı?; 2) baş eğmek : selam vermek; başatan ötkör yahut baştan keçir : baştan geçirmek, yaşamak; bul iş başınan ötkön : bunu yaşamıştır, buna katlanmıştır; bu onun için yeni bir şey değildir; başka kel : başa gelmek 8 dûçar olmak, uğramak); başka kelgendi köz körör ats. : yaşarsak, görürüz (harfiyen : başa geleni göz görür); başına zarıl iş tüştü : ona geciktirilmez bir iş çıktı; öz başı menen : kendi başına, müstakillen, kendi arzusuyla; baş köz bol : göz kulak olmak; sakalduu başıñ menen uşundayda iş kılasıñbı? : senin gibi sakallı bir adama böyle hareket etmek ayıp değil midir?; başı menen )yahut baş otu menen ) bedim; temlik etmek üzere verdim; başma baş sattım : başa baş, üstelik vermeksizin değistim; kara baş (yalnız şahıs, bitişik zamiriyle) : kara başıña . senin kendine, yalnız sana: kara başım : yalnız ben kendim, bir ben; kara başına : onun kendisinde, yalnız ona; kara başıñdı cegir! : vay, seni yaramaz!; baş ıldıy bk. : ıldıy; baş bak bk. IV: bas başında bol bk. kaş I; cabık baş = cabıkbaş; baş kötörböy : baş kaldırmadan, mütemadiyen, özenle; artsız arasız; baş kötörböy : baş kaldırmadan, mütemadiyen, özenle; artsız arasız; baş kötörböy oku : baş kaldırmadan , özenle , yorulmadan , durmadan okumak ; baş kötörböy iç- : ayyaşlığa dalmak , geceli gündüzlü içmek ; 2.başak ; baş sal- yahut baş al- : başaklanmak ; arpa baş saldı : arpa başaklandı ; egin baş alıp kalgan kez : ekinlerin başaklandığı zaman ; 3. reis , amir , serdar ; ulu ; cüz başı tar. : yüzbaşı ; kerben başı : kervan başı , kervan amiri ; karagay başı bk. Karagay ; baş bol- : başa geçmek ; ayıldın başı es. : köyde itibar ve nüfuz sahibi olan ; 4. başlıca ; baş pakta komiteti : baş pamuk komitesi ; baş süylom gram. : baş cümle ; 5. üst kısım , tepe ; toonun başı : dağın tepesi ; biyik toonu körömün desen , başına çıkpa ats. : yüksek dağı görmek istersen onun tepesine çıkma ; 6. başucu ; başımda : başucumda ; daha ör. bk. atta ; 7. iptida , mebde ; arıktın başı : arkın mebdei ; cıl başı : yıl başı ; suu başı : ırmağın başı . membaı ; başta : baştan ; daha evvel ; önce ; uşu baştan : bu dakikadan itibaren ; baştan ayak : baştan sonuna kadar ; baş ayagı cıyırma kün col basıştı : onlar cem’an yolda yirmi gün bulundular ; 8. son köçönön tigi başınan bul başına : sokağın öteki ucundan beriki ucuna kadar ; üç kolunun başı menen tuuragan etten eki aldı : doğranmış etten üç parmağının uciyle üç defa aldı ; temirdin eki başı da ısık ats. : değneğin iki ucu vardır (harfiyen : demirin iki ucu da sıcaktır) ; 9. insan , nüfuz (insanlar sayılırken) ; altı baş : beş nüfus /6/ ; beş kişi ; baartı tört baş can : onların hepsi dört kişidir ; baştık içpeyt , baş içet ats. : yiyeceğin miktarına göre değil de , şnsanların miktarına göre hükmetmeli. (harfiyen : çucal yemiyor , insan yiyor) ; 10. tane (bazı şeyleri sayarken) üç baş pıyaz : üç baş soğan.
başa başaa = badışa.
başalık = badışalık.
başat memba , kaynak
başayı f. el dokuması olan bir nevi ipek kumaş.
başbak- bk. bak IV.
başbakta- şöyle bir bakmak , gözlemek , tecessüs etmek.
başçı 1. işleri çeviren , müdür , amir : çarba başçısı : iğelik müdürü ; col başçı = colbaşçı ; 2. kılavuz.
başçılık başa geçme , rehberlik.
başıl kara başıl 1) kara başlı ; 2) (insan hakkında) : sağlam demevi , bol kanlı ; sarı başıl 1) sarı başlı ; 2) bir ot adıdır.
başka diğer , gayri , özge ; yabancı ; başlı başına ; ayrıca ; başka kişi : diğer , özge adam ; mından başka : bundan başka : başka amal cok :başka çare yoktur : dagı başkalar: ve başkaları , ve saire ; bu ögüzdü başka bayla : bu öküzü ayrı bağla ; adamdan başka sana- : adam saymamak , adam yerine koymamak ; adamdan başka sandaldım folk. : kimsenin katlanmadığı zahmetlere katlandım ; aybandan başka canıbar folk. : (bu at) hayvanların en iyisidir.
başkaça başkaca , başka türlü ; başkaça aytkanda : başka türlü söylersek , başka ibare ile söylentikde.
başkaçalık temayüz , hususiyet.
başkala- 1. değiştirmek ; şeklini değiştirmek ; 2. ayırmak , yabancı saymak , yadırgamak ; araya almak ; 3. cay başkala- : dirlik işlerini görmek , kendisinin ve ailesinin geçinmesi ile uğraşmak.
başkalık temayüz , imtiyaz.
başkar- I, idare etmek ; başa geçmek ; mal başkar- : hayvanlara bakmak. II, değişmek ; münözü başka tüştü : tabiatı değişti.
başkarma 1. idare , başarma ; sanak başkarması : sayım , istatistik müdürlüğü ; el çarbacılık esep başkarması : halk iğeliği , istatistik müdürlüğü , 2. idarehane (bir müessese olmak sıfatıyle)
başkart- et.başkar-dan
başkarttır- et.başkart-tan ; mal başkarttır- : hayvan güttürmek.
başkaruu başarma ; başa geçme ; idare ; başkaruu mekemesi : idari kurum ; başkaruu bölümü : idari kısım , şube ; başkaruu apparati : idari cihaz.
başkaruuçu başaran , müdür.
başkaruuçuluk müdür , direktör vazifesi.
başkasın- yadırgamak , yabancı saymak ; meni başkasınba : beni yabancı sayma , beni yadırgama.
başkasınt- başkasın-
başkı başa ait , öndeki , ilkin ; iptidai ; baş , umumi ; başkı söz : önsöz , mukaddime.
başmabaş baş I.
başmakta- ayakkabının alt kısmını tamir etmek , kunduraya yeni yüz yapmak.
baştañ bir evin (başlıca kadın) gençleri tarafından (baba ve anneleri evde bulunmadıklarında) diğer evin çocuklarına ve büyüklerine verilen ziyafet.
baştant- 1. et. baştan-dan ; 2. baş altına bir şey koymak yahut başı bir şey üzerine koymak ; başın cumşak baştantıp folk. : onun başını yumuşağa koyarak.
baştapkı iptidai , ilkin ; ilkel (kadim) ; başta ; baştapkı uyumdar : ilkel teşekkürler.
baştaş- 1. hep beraber başlamak ; 2. elbirliği ile yönetmek (sevk ve idare etmek)
baştat- et. başta- II den ; col baştat- : birisini önde gitmeye ve yol göstermeye zorlamak ; celge col baştatıp ketti : geniş dünyayı dolaşmıya çıkıp gitti (harfiyen : kendine yeli kılavuz edinerek çıkıp gitti).
baştatan baştan , evvelce , önce ; baştatan koldonup kele catkan kural : ta işin başından beri kullanılan silah.
baştık I1. amir ; rehber ; başta bulunan ; brigada baştagı : tabur başı ; 2. sergerde , serdar. IItorba , küçük çuval ; at baştık : at başının derisinden yapılan torba.
baştuu 1. başlı ; ceti baştuu kempirmit : yedi kafalı kocakarı ; 2. reise , amire malik olan ; attuu-baştuu bk. attuu I.
baştuuluk bir baştuuluk : tek başlılık , mutlakiyet.
bat Ihızlıca , çabuk. II1. kola , undan dutkal ; batı bar kezdeme : hamurlu , kolalı kumaş ; 2. mec. itibar , otorite , şöhret ; ketiriptir baıñdı folk. : itibarını gidermiş , seni terzil etmiş.
bat- III, 1. batmak , garkolmak ; sığmak ; sokulmak , geçmek ; suuga batıp ket- : suya batıp gitmek , garkolmak ; cardının bokçosuna koyondun kulagı batpayt ats. : züğürdün kesesine tavşan kulağı bile sığmaz ; tırmagıñ koluma batıp ketti : tırnakların elime battı ; kızıgına bat- : bir şeyin zevkine adam akıllı dalmak ; bizge caman battı : bize pek fazla tesir etti ; 2. gurubetmek , batmak (güneş,ay ve yıldızlar hakkında) ; kün battı : güneş battı ; 3. cesaret etmek , cüret etmek ; oozum batıp aytalbadım yahut aytuuga batpay turdum : söylemeyi kestiremedim ; kirip baruudan batpadık : girmeye cesaret edemdik ; eköögö biröö bata albayt ats. : ikiye karşı bir kişi cüret etmez.
bata a. Kur’anın birinci suresinin adıdır , Fatiha ; 2.dn. takdis ; hayırlı dua ; kuru ayakka bata cürböyt ats. : kuru kaşık ağzı yırtar (harfiyen : kuru çanağa dua edilmez) ; arbak bata dn. : ölmüş olan adamdan alınan ve onun ruhu ile himaye edilmiş olan dua ; 3. nişanlanma : ak bata dn. : nişanlanma zamanında yapılan dua ; sizdi ak bata , kızıl kanga koyobuz (nişan şartlarını yerine getirmediğinizden dolayı) (edilen) duanın ve (nişan töreni sırasında kesilen hayvanın) kanının sizin başınıza bir ceza olarak düşmesini dileriz.
bataköy a-f. dua etmesini ve iyilik dilemesini seven.
batalaş I, işe karışan , methaldar ; fikirdeş , hemfikir.
batalaş- II, 1. bir işe iştirak etmek ; 2. nişanlanmak , yavuklanmak , namzet olmak ; bolboso , sanga katuu söz tiydibi , ce seni taştadıbı batalaşkan ? folk. : seni sözle mi incittiler , yahut seni yavuklun mu bıraktı ? ; 3. birbirine kat’i söz vermek ; mından kiyin arak içpeyli dep batalaştı : bundan böyle rakı içmiyelim diye birbirine söz verdiler.
batek ayakkabının içine konulan parça mantar.
batıba a- 1. tar. şeriata dair müşküş vaziyetlerde müftünün yaptığı tefsir , fetva (bk. muptu) ; 2. mec. karar ; batıba kıl- yahut batıba tok-tot- : karar çıkarmak , karar vermek.
batıl I, cesaret , cüret ; batılım barbadı : cesaret etmedim , tehlikeyi göze almadım , cüret etmedim. II, a. dn. boş , vahi , yalancı (muatat olduğu üzere , ahretten ayırmak için , “bu”dünyanın sıfatı olarak yahut gayri İslami dinler hususunda kullanılır.)
batım 1. geçinme (bakalariyle birlikte iyi yaşama) ; tük kişige batımı cok : kimse ile geçinemiyor ; 2. cesaret.
batın- cesaret etmek ; cüret etmek ; batına albadım : cesaret edemedim , cesaretim yetmedi.
batınooz r. “podnos” : tepsi , sini.
batır I, batır-butur : sürekli çatırtı.
batır- II, batırmak (sıvık bir şeye) ; sokmak , batırmak (sert bir nesneye)
batırıñkıra- hafifçe batırmak ; bir parça ezmek , sokmak.
batıştır- et. batış-II den ; sıylıgışup arañarga batıştırgıla : sıkışarak , (onu) kendi aranıza sığdırınız , sıkışınız da (ona) yer veriniz.
batıştıruu işs. batıştır-dan.
batışuu işs. batış-II den.
batinke r. potin.
batir r. “kvartira”daire (bir evde)
batirçi r. kiracı (bir evde)
batka 1. gagalanmış ; delik deşik edilmiş ; 2. kakmak (tezyinat : ağaç , maden üzerine).
batkak çamur , bataklık.
batkal oyuk , çukur.
batkala- 1. oymak , çukurlatmak (diyelim , bıçağın uciyle yahut baltanın köşesiyle) ; 2. kakmak (ağaç ve madenin yüzünü noktalar şeklinde olan tezyinatla süslemek).
batkalat- et. batkala-dan.
batkalış = batkal.
batkalışta- batkalıştap kara- : bir şeyi , çukurlara ve derelere bakarak araştırmak.
batkansı- kendini dalmış , batmış hissetmek ; katın kılıp algansıp zıgına batkansıp folk. : o kadınla evlendiğini ve adamakıllı eğlendiğini tahayyül ederek.
batman 1. batman (Ferganade 4 puddan başlayarak Talas vadisinde 12 puda kadar olan ağırlık ölçüsü /7/ ; baatır tabat , batman ceyt ats. : çok kazanıyor (buna mukabil) : batmanla yiyor ; 2. batman (Talas vadisinde iki desiatina 8 kadar toprak ölçüsüdür).
batta- kola ile un ve dutkal ile yapıştırmak ; kamır menen battap : hamurla yapıştırarark.
battaş- dutkalla yapıştırılmak , yapışmak.
battaştır- dutkalla tutturmuak , yapıştırmak.
battuu undan dutkal sürülmüş.
batuu I, batma , dalma. II, çukur , oyuk.
bay 1. zengin , servet sahibi ; kolxoz çular malga bay : ziraat kollektiflerinin hayvarnları çoktur ; kordoluu bay tar. : serveti ecdaddan kalma , irsi zengin ; ordoluu bay tar. : hükümndarın karargahına yakın bulunan , hatırı sayılır bir eve malik olan zengin ; sasık bay : hasis zengin ; baylar 1) zenginler ; 2) kapitalistler (sermayedarlar) ; şehirli muteberan ; baylar tabı : şehirli muteberan (burjuvazi) sınıfı 2. bay terek bk. terek ; 3. es. mal sahibi ; 4. koca ; bayga tiy- : kocaya varmak.
baya son günlerde ; baya künü : bu günlerde , son günlerde ; bayatan beri yahaut bayatadan beri : ötedenberi.
bayagı deminki ,çoktanki ; bayagıda : eskiden , geçmiş zamanlarda ; bayagıday yahut bayagısınday : eski vaziyette , eskisi gibi , değişiksiz.
bayakı = bayagı.
bayan I, a. hikaye (anlatma) , beyan ; tasvir (taslak) ; bayan kıl- : anlatmak , beyan etmek , hikaye etmek ; ömür bayan : hal tercümesi , biyografya. II, çegir bayan bk. çegir ; cabır bayan : efsanevi bir haycanın adıdır.
bayanda- rapor , beyanname.
bayandamaçı rapor , beyanname veren.
bayandat- et. bayanda-dan ; bayandatıp süylöyt : uzun ve tafsilatlı söylüyor.
bayandoo hikaye etme anlatma.
bayandooç gram. müsnet , predikat.
bayandooçu hikaye eden , anlatan ; meddah ; kıssahan.
bayandor f. 1. enine , arzani; 2. teğelti.
bayansız f-k (destanda) : kararsız , vefasız (bu yer dünyasının sıfatıdır).
bayatadan bayatan , bk. baya
baybaça k-f zengin çocuğu , bey çocuğu
baybay-bay-bay korku veya hayret haykırışı.
baybayla- bay-bayla- ,bay bay diye bağırmak , haykırmak (korku yahut hayret ifadesi)
baybiçe es. , ilkin karı , birinci karı , hatun ; ev sahibesi ; baydı tuup alat , bay biçeni satıp alat ats. mal sahibini doğuruyorlar , ev kadınını satın alıyorlar.
bayda If. baş gösterme , peyda ; bayda bol- : baş göstermek , zuhur etmek. II, a. (son zamanlarda bu söz ve onun üremeleri ilk sesi “p”olmak üzere , payda , paydalan , paydaluu ve s. şekillerinde kullanılmaktadır.) kazanç , fayda , menfaat , tama ; öz baydasına çabat : şahsi menfaati için koşuyor , çalışıyordu.
baydakeç a-f. tamahkar , haris.
baydalan- faydalanmak , istifade etmek ; kişi emgeninen baydalan- : başkalarının emeğinden faydalanmak , başkalarını istismar etmek.
baydalangıç- faydalanan , istifade eden ;kişi emgeginen baydalangıç : istismarcı.
baydalanıl- faydalanılmak , istifade edilmek ; calpı artel baydalanıla turgan cer : bütün birliğin istifade etmekte olduğu toprak.
baygambar f. peygamber (daha çokca bundan Muhammed Peygamber diye kastediliyor) : baygambar caşına kelgen kişi : yaşı oldukça ilerlemiş kimse ; altmışını geçen adam (harfiyen : peygamber yaşına eren kimse)
bayge 1. at yarışı ; kemege bayge es. : yoğaşı zamanında zenginler tarafından tertip edilen bir çeşit at yarışı ; 2. at yarışları sırasında verilen mükafat ; mükafat ; ikramiye ; bayge say- : mükafat olarak konmak ; bayge sayılgır söv. : mükafat olası! ; kahrolası! ; i., aram bayge! : behey budala! baş bayge : birinci mükafat , ikramiye.
baygelüü mükafatlı , mükafat kazanan ; at baygelüü bolsun ! : at ikramiye kazansın (at koşularına gidene söylenen dilek sözü)
bayı- I, zenginleşmek. II, 1. sağılmaktan kesilmek , süt vermemeye başlamak ; 2. eksilmek (çekilmek) ; suu bayıdı : su çekildi , suyun seviyesi alçaldı.
bayım I, baam. II, intibak etme , uyma ; bayım al- : bir nesneye uymak , intibak etmek ; bir işe azim ve ısrarla girişmek ; emgekke bayım al- : digenerek çalışmak.
bayımda- uydurmak , intibak ettirmek.
bayımdat- et. bayımda-dan.
bayımdatuu işs. bayımdat-tan ; uydurma , intibak ettirme (bir kimseyi veya bir nesneyi)
bayımdoo intibak etme , uyma.
bayır bağlılık ; itiyat (bir mahalle) : bayır al- : (bir yere( alışmak ve daima onu özlemek , bir yerde yerleşmek ; too etegine bayır aldım : dağ eteğine yerleştim ; bir cerge bayır alıp turgan can emes : bir yere bağlanmış , alışmış kimse değildir.
bayırı önce , evvelce ; bayırı çakta : çok eski zamanlarda ; bayırtan beri : eskiden , öteden beri.
bayırkı evvelki , geçmişteki , eski zamanlardaki ; iptidai.
bayırtan bk. bayırı.
bayıt- (birini) zenginleştirmek.
bayka- takibetmek , gözetlemek; dikkat etmek ; ihtiyatlı davranmak ; baykap cür- : ihtiyatlıca yürümek ; baykabay kaldım : gözden kaçırdım , dikkat etmedim.
baykabastak 1. teemmülsüzlük , tedbirsizlik ; 2. dikkatsizlik i ihmal.
bayla- 1. bağlamak , bir araya toplayıp bağlamak ; bir yere bağlamak ; bee bayla- : kısrakları sağmak için ayırıp komak ; 2. besiye komak ; bir öönün toogun ceseñ , kız bayla ats. : lif alırsan , kayış verirsin (harfiyen : birinin tavuğunu yersen , kaz besle , hazırla ; hayvanını yersen kız besle , yani kızını vermeye hazırla!)
baylagıç bağlamıya yarayan nsne , bağlama yeri ; at baylagıç : at bağlanacak kazık.
baylal- bağlanmak.
baylam deste , bağ.
baylama bağlı , bağlanmış ; baylama tor : kuş avlamak için kapalı ağ.
baylamta 1. bağ (rabıta) ; deste , bohça ; bent , büğet : sözünün lamtası cok : sözünün rabıtası yok ; kaçamaklı , abuk subuk konuşuyor ; tabış baylamtası : ses rabıtası ; 2. gram. bağlama edatı , conjonction.
baylan- bağlanmış olmak , kendisini bağlamak ; kendi üzerine bağlamak ; kaptı kancıgasına baylandı : torbayı eğer kayışına bağladı ; köz baylangan kezde bk. köz I.
baylanış I, rabıta , irtibat ; baylanış bölümü : irtibat şubesi.
baylanış- II, birbirine bağlanmak , birbirine geçerek karışmak ; cip baylanışıp kalıptır : iplikler karışmış.
baylanışıl- (irtibat) tesis edilmek.
baylanıştır- birbiriyle bağlamak , irtibat peyda ettirmek , sıkı , düğümleyip bağlamak.
baylanıştırıl- mut. baylanıştır-dan
baylanıştuu irtibatı , ilişiği olan.
baylanuu işs. baylan-dan.
baylaş- hep beraber bağlamak.
baylat- et. bayla-dan ; asoo at canına torsuk baylatpayt : harın at yanına tulum bağlatmıyor.
baylatma baylatma cin bk. cin I
bayloo 1. bağlama , bir araya toplayıp bağlama ; 2. esaret ; bayloogo tüş- : esir düşmek.
baylooç 1. bağ (bağlıyacak şey) ; 2. av kuşlarını yakalamak üzere ağa bağlanan yem ; 3. mec. hiçbir işe yaramıyan.
baypay = baypañda ; basıp keldi baypayıp folk. : ağır ağır sallanarak yaklaştı.
baysal sükun , rahat : baysal tap- : sükunet bulmak , rahatlamak.
baysalduu sakin , dağdağasız ; köç baysalduu bolsun ! : uğurlar olsun! (başka yere göçenlere söylenen iyi dilek sözü)
baysın- kendini zengin addetmek , zenginlik taslamak.
baytal henüz kulunlanmamış (doğurmamış) olan genç kısrak ; tay baytal : iki yaşına basan kısrak ; kutan baytal : üçüncü yaşına basan kısrak; bıştı baytal : dördüncü yaşına basan baytal ; tebeteydi bayşına basan baytal ; tebeteydi baytal basım (yahut avm. baytal kötü) kılığ kiy- : kalpağının bir yanını ezmek suretiyle giymek ; başka kelse baytal corgo bolot - : “açlık ne yedirmez?” (harfiyen : zaman olur ki , kısrak da yorga sayılır.)
bazar f. Pazar ; ar bazar : at pazarı ; mal bazar : hayvan pazarı ; bazarga sal- : (satmak için) pazara çıkarmak ; bazar kötörbögön mal : geçmez , sürümsüz mal , emtia ; bazarı açıldı : orada hayat , canlılık başladı ; canlı faaliyet ; bazar üyüng körböy kal ! (ilenç) : yerini yurdunu görmek nasibolmasın!
bazarçı 1. pazara giden yahut oradan dönen ; 2. tacir ; bezirgan.
bazarçıla- pazara gitmek.
bazarçılat- eğlendirmek için (diyelim çocuğu) kendisiyle beraber pazara almak.
bazarlık pazara giden kimsenin getirdiği hediye.
bazarluu mal bazarluu bolsun! : pazar ol! (hayvan satmak üzere pazara giden için iyi dilek).
bazir = uvazir.
bazis r. üs , esas , mesnet.
beçaara beçara , f. züğürt ; miskin ; fıkara ; bey-beçaara : fakirler ve arkasızlar.
beçaraalık fıkaralık.
beçel f. 1. oturak (vakti zamanında yürüyemiyen çocuk) ; maalınan ötköndön kiyin eki cıl beçel kalıptır : (yürümeye başlama) zamanı geçtikten sonra iki sene müddetince yürümeden oturup kaldı ; 2. mec. elingen iş gelmez , beceriksiz , her işi yüzüne gözüne bulaştıran ; ara beçel : büyümüş , ancak gevşek (delikanlı).
bede f. yonca ; kaba yonca ; uy bede : bir çeşit yonca ; koyun bede : bir nevi yonca; başka bede : latince adı melilotus olan bir çeşit ot ; ak kaşka bede : bu sonuncu otun beyazı.
bedel hürmte , itibat ; el içinde bedeli bar : halk arasında hürmet ve itibarı var.
bedeldüü itibarlı , sayın.
bedelik yonca tarlası.
beder 1. (enine yolları olan) benekli kuş yeleği (başlıca , aladoğanın kuyruğu hakkında) ; 2. nakış , kumaş nakışı ; bederi cok torkodon bek tokugan büz cakışı ats. : sık dokunmuş bez , nakışsız ipekliden yeğdir. ; 3. bir nesneye karışan yabancı madde ; sarı altında yabancı madde yoktur.
bederlüü nakışlı ;bezekli.
bedimis kon . = vedomost.
bedöö a. koşu atı
bee kısrak (doğurmuş olan) ; bee deseñ , töögö ketet : ben ne söylüyorum tamburum ne söylüyor! ( harfiyen : sen ona kısraktan bahsediyorsun , o deve peşinden gidiyor.)
beecay = beycay.
beemçek bk. emçek.
bek I, sağlam , pek ; muhkemce ; gayet ; bek kişi : sert adam ( tabiat itibariyle) ; bek cerge kat- ; uzakça bir yere saklamak , gizlemek. II, 1. bey ; prens ; 2. (erkek ve kadın şahıs adlarının teşekkülüne giren parça)
bekbekey 1. bir kadın gençliğin şarkısının adıdır ; 2. geceleyin sürüyü beklerken haykırma.
beket I, r. psota istasyonu durağı ; bir beket col : iki istasyon , durak arasındaki mesafe (20-25 km.) II, kon. = paket.
beki- 1. tahkim etmek , pekitmek ; pekitilmek , tahkim edilmek ; pekiştirmek ; 2. örtmek , örtülmek ; kapatılmak ; 3. tasdik etmek (resmen meriyete geçecek hale komak)
bekin- gizlenmek , saklanmak.
bekinmeçek saklambaç (oyunu).
bekint- et. bekin-den.
bekinüü işs . bekin-den.
bekit- 1. metanet verme , katılaştırma , sağlamlaştırma , perçinleme ; 2. tasdik etme , meriyete geçecek hale koma ; ratification.
bekpekey = bekbekey
beksil kon. = veksel
bekzat- k-f beyzade , beyoğlu.
bel 1. bedenin kuşak bağlanacak eri ; bel ; kumurska bel : ince belli endamlı (kadın) (harfiyen : karınca bel) ; bel kuda bk. kuda ; duşmanga bel aldırba : düşmana zafını belli etme ! , düşman karşısında kendini yiğit göster ; bel çeç- : giyimi çıkarmak , soyunmak ; künütünü bel çeçpey folk. : geceli gündüzlü soyunmayıp ; 2. umut ; arka (istinatgah) ; tutma , kayırma ; bel bayla yahut bel buu- : bir işe tamamiyle sarılmak , ciddiyetle , azimle girişmek ; sağa bel bayladım : bütün umudumu sana bağladım ; bel baylagan beli bar , bekip catan ceri bar folk. : dayanacak adamı var , sığınacak yeri var ; bel baylagan beli oşol , bek işengen eri oşol folk. : o onun arkasıdır , o , onun güvendiği bahadırdır ; bul söz maa bir az bel bolo tüştü : bu söz bana cesaret verdi ; 3. dağ geçidi ; dağ sırtı ; bel aş- : geçidi geçmek , aşmak ; aç bel : yaşayanları bulunmıyan dağ sırtı : bel baskak bk. baskak.
belboo kışak , kemer ; çok belboo bk. çok I.
belçe belçesinen battı : beline kadar battı ; belçemden aldırıp suu keçtim : belime kadar derin olan suyu geçtim ; çokoyun belçesinen basıp cüröt : çicmelerinin burunlarını dimdik tutarak geziyo (ökçeler öne uzamış , burunları yukarı kalkmış)
belçir Iat.derisinden dikilen hususi bir çeşit çizme. IIkon. = feldşer.
belçirdik kon. “feldşer” lik (sıhhiye memurluğu) mesleği , vazifesi.
beldemçi 1. belden başlıyarak yırtmaçlı olan kadın fistanı ; “plaxta” (Ukranya’da bir çeşit fistan , m.) ; 2. bir nevi savaş giyimi.
beldik 1. yaşlı kadınların taşıdığı bir nevi fistan; 2. koçun , koyunlara aşmasına engel olan sargı ; 3. kuşak.
beldüü kuvettli ; bir üydün beldüü azamatı : bütün bir evin dayangacı olan babayiğit.
belimçi (ekseriya yaşlı kadınlar hakkında) 1. asabi hastalıklı kadındır ki bu hastalığa musabolan başkalarının hareketlerini mimiklerini ve sözlerini tekrarlar ; 2. isteriye tutulmuş kadın ; şuuru bozulmuş kadın.
belim = balkim.
belsen- 1. vücudu bele kadar açmak ; 2. mec. gayret , faaliet göstermek ; kapışmaya hazırlanmak.
belseniş- müş. belsen-den.
belsin- dağ sırtı şeklinde olmak.
bende f. s. kul (Allahın) ; mec. insan.
bendelik insan zaaf ve kudretsizliği aczi.
benzin r. benzin.
ber I = peri ; ber kızınday meltirep folk. : peri gibi güzel gözükere.
ber- II, 1. vermek ; bir defa vermek ; 2. üzerine vermek ; berip-berip kaldı : iki defa çarptı (şiddetlice vurdu) ; 3. baş fiilinin geçen zaman gerondifi ile birlikte yardımcı fiil sıfatıyle , işin başka bir şahsın tevkili ile yahut onun için yapıldığını v iş neticesinin asıl iş gören şahsa değil de , diğer bir şahsa yöneltildiğini gösterir ; tigi kitepti maa alıp ber : öteki kitabı bana al da ver ! ; uunluğa ton alıp ber : oğluna kürk satın al ! ; katın alıp ber- : evlendirmek , mına bu kattı okup ber : şu mektubu (başkası için okuyuver ! ; kılıp ber- : (başkası için) yapmak ; utup ber- : (başkası için) kumarda kazanmak , yutmak ; satıp ber- : başkasının tevkili üzerine satmak (ve parasını malın sahibine vermek) ; men aytkan cakka barıp ber : folk. benim söylediğim cihete git ; degen sözgü könüp ber folk. : onun dediğine muvaffak et ! ; 4. baş fiilin hal gerondifi ile beraber oldukta işin sanki ahval dışında yahut mükerren yapıldığını gösterir ; ala ber : hiçbir şeye dikkat etmeden alıver ! ; bere beret daysiñbi ? : durmadan vereceğini mi düşünüyorsun ? ; kündön küngö arıktay berdi : gün geçtikçe zayıfladı ; kire ber ! : gir gir! ; akçamdı cep kete berebi ? : demek , benim paramı benimseyecek , varsın benimsesin ; suroosuna tüşünö berbey : hala meseleyi anlamamakta devam ederek ; kala berse : hatta daha beter , bu daha bir şey değil , fakat… hatta daha fazla ; eğer bu az ise , o halde… (harfiyen : eğer kalacaksa) ; üy aylana bergençe : ev etrafını dolaşıncaya kadar.
bercak (beri cak) : bu yan , bu taraf ; bercakta : bu yanda , bu tarafta ; bu yana doğrı ; bercaktan : bu yandan , bu taraftan.
berçten- katılaşmak (deri altındaki şiş hakkında).
berçtüü katılaşmış (deri altındaki şiş hakkında)
berdir- vermeye icbar veya müsaade etmek , verdirmek ;coldoşu alam degenin berdirbey , başkaga bergen elem : ona , arkadaşının istediğini verdirmedim de başkasına verdim ; koyo berdir- : koyvermek , salıvermek.
berdirt- et. berdir-den.
beregi = bereki.
berek = berirek (bk. beri I)
bereke a. başarı , muvaffakiyet ; araketi köp , berekesi cok ats. bu koyun derisi serpilmeye değmez (harfiyen : çabalaması çok , hayrı yok) ; kızılga bereke ! bk. kızıl ; berekesi menen al- : bir nesneyi fazlasiyle , artığiyle almak ; berke tap 1) Allah razı olsun! ; 2) eve yarasın ! (alım satım esnasında muameleyi kapatan sözdür) ; bereke tappagır ! : ilik , hayır görmeyesin ; kolunun berekesi cok : elinin hayrı yok , eli talihsiz ; iştin berekesin kaçırdı : işi bozdu.
berekelüü bereketli , feyizli ; berekelüü tamak : mugaddi yiyecek ; berekelüü mal : karlı , kazançlı (semere veren ve s.) hayvan.
berekesiz bereketsiz ; bahtsız.
bereket = bereke.
bereki beregi , bu ; işte bu ; bereki bala : işte bu çocuk ; tee bereki : işte öteki ; bereginde : işte burada , buraya doğru.
beren f. 1. kuvvetli , kudretli ; bahadır , kahraman , yiğit ; tanınmış ; berenim : dul kadın ölen kocası için ağlarken , sık sık onu böyle tesmiye eder ; berenim enem Kanıkey folk. : aziz anneciğim Kanıkey ; berip beren bolguça , berbey sarañ bol ats. : hisset , hamakat değildir (harfiyen : vererek , yiğitlikle meşhur olmaktansa , en iyisi verme ve basislikle tanınmış ol ! ) ; cılkı – beren , cılkını bakkan eren ats. : atlar nimeti tanırlar (faydalıdırlar , hoşturlar) , onları yetiştiren de yiğittir. 2. hakim , akıllı ; 3. kadife ; 4. (rad.) en iyi çelik ; baldagı altın ak beren folk. : altı baldaklı en iyi çelikten kılıç ; 5. terkedilmiş , bakımsız bırakılmış ; beren kalsın ! :mahvolsun , kahrolsun!
berenci f. (karş. barancı) 1. bir kumaş adıdır ; berenciden köynögün beline orop tañdı emi folk. : berenciden giyimini beline sardı , kuşandı ; 2. giyim adıdır ; berenci kiygen etme beş tırmak tagın saldırba folk. : berenci giyimi tenimde beş tırnağının izlerini bırakma!
berendik müc. beren-den ; berendigi belgilüü folk. : kahramanlığı bellidir.
berene mus. çalgı düzeni , akort.
berenlüü mus. düzenli , düzenlenmiş ; roguz berenlüü : dokuz düzenli.
berermen ; vermesi gereken kimse ; verici (bk.alarman)
berese borç ; anın maa beresesi bar : bana borçludur ; sizge berese bolsom : size borçlanırsam.
bereseçi bereslüü , borçlu ; al maa beresçi : o , bana borçludur.
bergensi- verir gibi görünmek , vericilik taslamak.
bergi algı-bergi : hediye alışıp verişmek ; algı-bergige mıktı . almasını bilen fakat vermek hususunda kusur etmiyen.
bergile- birkaç defa vermek ; bir çoklarına vermek.
beri I, bu yana doğru , buraya ; daha yakın ;beri kel : buraya , beriye gel ; beri tur : buraya yakın dur! ; arıktan beri : arkın bu tarafına berisine ; berirek : buraya daha yakın ; berirek kel : daha yakın , beriye gel ! ; beri bolgondo : en azı ; beri bolgondo elüü som : en azı elli ruble. II = peri.
beril- 1. verilmek ; 2. teslim olmak ; mağlubolmak ; 3. sadakatli olmak ; keñeş ökümötünö berilgen : Sovyet hükümetne sadık.
beşilik 1. bk. ilik I ; 2. beşlik (iskambil kağıtlarında).
beşiltik “beşlik” yerine hesap edilen (karş. biriltik , ekiltik).
beşim f. 1. hemen öğle zamanını takip eden vakit ; kırgız beşim “beşim”den sonra gelen zaman(saat 15-16 suları) ; 2. öğle namazı.
beşmant belli olarak dikilen üst giyim : beşmet.
beşöö beş parça , beş tane ; ör. bk. alarman.
bet 1. yanak ; oñ betinen öptü : sağ yanağını öptü ; bettin çükösü bk. cükö : 2. yüz ; bet may = betmay ; betme-bet : yüz yüze ; betke ayt- : yüze karşı söylemek ; betiñ küy-gür söv. : utanmaz , (harfiyen : yüzün yansız) ; betten al- : şerircesine saldırmak ; söz aytsa ele “ar!” dep , betten alat emü : kendisine bir tek söz söylenir söylenmez yaygarayı basıyor ; betten ala süylö- : saldırır gibi ve kabaca konuşmak ; bet bur- : yüz çevirmek ; bet aç 1) yüz açmak ; 2) utangaçlığını , sıkılganlığını gidermek ; 3) ,. yüzünü açmak , ifşa etmek ; beti açıldı : içyüzü meydana çıktı ; beti açılgan düşman : içyüzü açığa vurulan düşman ; betke kara yahut bet bak veya betbaş : utanmak , sıkılmak ; saygiyle muamele etmek ; (birisinin) mevkiini göz önünde tutmak ; senin betiñe karardım , bolboso- alat elem : yalnız senden sıkıldım , yoksa alacaktım ; bet bagıp , kişi karay albayt : yüzüne bakmak onu korkunç görünce insanı dehşet alıyor ; colborsko bet basıp kişi bara albayt : kaplan üzerine kimse yürüyemiyor ; betine basıp ayt- bk. bas IV I ; betbaktır- : yüz çevirmeye icbar veya müsaade eylemek , yöneltmek ; bet baktırbay turgan boroon : öyle bir tipi ki yüz çevirmenin imkanı yoktur ; bet aldı : aklına estiği cihete doğru , bir meçhul semte doğru ; bet aldı bastıra berişti : herkes canı istediği yana gitti , mühtelif istikametlere dağıldılar ; bet kel : karşılaşmak ; yüz yüze gelmek ; baatırlarga bet kelseñ , sayışçu elen talıkpay folk. : alplarla karşılaştığında cesaretle savaştın ; bet kıl : yüz yüze koymak , yüzleştirmek ; alğtın baarın bet kılan folk. : bütün alpleri toplıyacağım ; bet aldınça : müstakillen , kendi başına , resen ; öz betinçe : kendi başına , müstakilen ; öz betibizçe : kendi başımıza , müstakillen : beti kara yahut kara bet 1) lekelenmiş , betbaht (adet olduğu üzere , dul kadın veya yavuklusunu kaybeden nişanlı kız hakkında söylenir) ; 2) hayasız , namuslu ; eldi körö albadım , kara bet boldum : elin yüzüne bakamadım , ben lekelenmişim (dul kadın yahut kocası tarafından şüpheye duçar olan kadın böyle söylerdi) ; eri turup erge tiygen- bettin karası ats. : kocası varken kocaya varmak-yüz karasıdır ; bet cırt : (ölüye ağlarken) yüz yırtmak , tırmalamak ; betin cırtıp , tulga kalgan folk. : yüzünü tırmalayıp , dul kalmış kadın ; bet mañday : karşı karşıya , yüz yüze ; bet mañday süylöşköndö : yüz yüze konuştuğumuz sırada ; koydu bet mañday cayıp , taştadık : koyunları bibirine karşı duran (dağ yamaçlarında) otlamak için bıraktık , koyuverdik : et- betinen : yüzü koyun ; et betinen cıgıldı : yüzüstü düştü ; et-betinen catıp : yüz üstü yatarak ; beti kalın : vurdum duymaz ; inatçı ; kök bet bk. kök III ; er cigit el çetinde , coo betinde ats. : cesur yiğit (daima) memleketin kenarında , düşmanın karşısındadır ; 3. satıh (yüzey) ; suu beti : suyun sathı ; beti kaldı “aptala çıkma” kağıt oyununun bir çeşididir (harfiyen : satıh , yani üstteki kağıt kaldı) ; tsilindir beti mat. : üstüvani satıh ; cumalak bet mat. : müdevver satıh ; cerdin betin berbey : yerin sathını baştan başa kaplayıp ; 4. hayvan çehresi , suratı ; erge çarık tabılat , cegen ittin betine kara ats. : yiğite çizme (daha doğrusu çarık : m.) bulunur sen onu yiyen köpeğin suratına bak (şu veya bu suretle haldeten , ancak kabaatini itiraf eden adam hakkında söylenir) ; 5. yönet (istikamet) ; kaysı bette ? : hangi istikamette (bulunuyor?) ; bet al- : yönelmek , muayyen bir temayül göstermek ; coonu bet alıp : düşman istikametine doğru , düşman üzerine ; bet alış : yönet alma , yönelme ; bet aldır- : yöneltmek ; saydı bet aldırıp , beş-aştı iret mıltık atıldı : dere istikametinden beş altı defa ateş edildi ; 6. sahife ; beş bet okup çıktım : beş sahife okuyup bitirdim ; 7. vicdan ; haya ; beti cok : vicdansız ; utanmaz ; kaysı betim menem baram ! : ne yüzle gideyim! ; benim gitmem ayıp olur ; kaysı betiñ menen uşunu kıldıñ ? : bu işi yapmaya nasıl utanmadın ? ; et degende bet barbı ! ats. : “et” deninde utanma olur mu ? (onu yemeden kim dayanır ? ).
betbak f. al.çak , rezil.
betege rişi (yeleğimsi) kılgan out ; bir nevi ayrık otu (latincesi : festuka , M.)
betegelüü rişi kılgan (latincesi stipa , M.) , otu biten mahal.
beter f. yahut beş beter : daha fazla , daha iyi ; staxanovçul metodtoru cılkı baguunu mından beter öydölötüünü kamsız kıldı : Staxanof usulleri at yetiştirmenin daha fazla genişlemesini temin etti ; ogo beter bk. ogo.
betkey meyil , yamaç ; bir betkey : bir yana ; bir yanlı , bir taraflı olarak ; bir betkey süröttö- : bir yanlı , bir yalnız vecheden , tasvir etmek ; koy cılkı , töö bir betkey ketti : koyunlar , atlar ve develer hep bir tarafa gittiler.
betmay yüze sürülen kosmetik krem.
beron r. beton
betonşik r. betoncu.
betpak = betbak.
bette- istikamete , vecheye malik olmak ; cerge bettep cat- : yüzü koyun , yüzüstü yatmak.
bettel- çevrilmek , yöneltilmek.
betteliş- = betteş.
betten- yüzünün ifadesi yahut şekli ile birisine , bir nesneye benzemek ; yüzce benzemek (karş. baştan 2 , közden , oozdon) ; ayuu bettengen : ayı suratını andıran yüzlü.betteş- , yüz yüze gelmek , karşı karşıya gelmek , yüzleşmek.
betteştir- 1. iki nesneyi karşı karşıya getirerek , yüz taraflarıyle yapıştırmak , bitiştirmek ; 2. yüzleştirmek , muvacehe.
betteştiril- mut. betteşir-den.
betteştirüü işs. betteş-ten ; iki nesne yüzleriyle karşı karşıya gelme ; yüzleşme.
bettet- yüzünü çevirtmek ; yüzü ile döndürmek.
bettüü alı bettüü yahut ali bettüü = alibettüü.
bey I, f. (kendi başına kullanılmaz , beraber kullanıldığı kelimeden ayrı da bitişik de yazılır) bi (nefi ve selp manasiyle isimlerin başına giren bir sözdür , M.) ; beytaanış : bilmdik , tanımadık (kimse) ; bey-daarat = daaratsız ; beyopa = oopasız ; bey esep = esepsiz. II, f. bahtsız.
beypilçilik 1. kaygusuzluk , refah ; 2. barışlık ve rahat zamanlar.
beypilde- müdahane etmek ; hizmete hazır bulunmak , yaramıya çalışmak ; hizmet göstermek için çabalamak.
beyrömçö = böyrömçö.
beysaza f. haysız , utanmaz.
beysazalık = hayasızlık , utanmazlık.
beyşembi f. Perşembe.
beyt = beyit.
beytaalay a-f talihsiz , bitalih.
beytaanış bk. bey I
beytarap f-a bi taraf , tarafgir olmıyan.
beytaraplık bitaraflık , tarafgir olmamaklık.
bez I, gudde , bez , ur ; bez çocu- : teşekkül etmek , varlığa gelmek (ur hakkında) ; bez kişi 1) hissiz ; “kalın derili” adam ; 2) tabiatça kapalı kimse.
bez- II, inkar etmek , tanımamak ; bir adeti terkeylemek ; bizar olmak , bıkmak , usanmak ; candan bezdi : hayttan bıktı , bizar oldu ; at beze kaçtı : at kaçarak uzaklaştı ; ata bezer : öyle bir adam , ki (öz) babası ondan bezmeye hazırdır.
bezbeldek toy kuşunun bir nevi (latincesi : otis tetrax , M.)
bezdir- nefret telkin etmek , inkar ettirmek.
bezel cer çeçegin bezep ırdadı : güzel ve gönül kaparcasına ırladı , teganni etti.
bezelen- bağırıp ağırmak ; tolgoo kelip , bezelendi : kabile arasında kapışmalar başladı ve feryat koptu.
bezent- tezyin etmek , süslemek ; tezyin ettirmek.
bezentüü işs. bezent-ten.
bezenüü süslemek , bezenmek.
bezer f. yahut azar-bezer ; rahatı kaçan ; güç duruma konulan ; ıylap bezer kıldı : ağlamasıyle bıktırdı.
bezermen azarman sözünün tekidir ; azarman – bezermen.
bezgek malarya , sıtma.
bezilde- şiddetli rahatsızlık , telaş göstermek , rahatsızlanarak kıvranmak ; buuday kuurganday bezildeyt : başına marsık vurmuş gibi kıvranıyor (harfiyen : kavrulan buğday gibi)
bezir = besir.
bezmen r. “bezmen” : kantar.
bezmende- “bezmen” le tartmak.
bezmendeş- müş. bezmende-den.
bezmendet- et. bezmende-den.
bı soru (istifham) ekidir ; eklendiği sözün sesçe düzülüşne göre bu ek şu aşağıdaki şekillerde bulunmaktadır : bi , bı , bu , bü , pi , pı , pu , pü ; barbı ? : var mı ? ; atpı . atpı ? ; at mıdır ? keldibi : geldi mi ? ; itpi ? : köpek mi ? ; kolubu : kolu mu ? ; cokpu ? : yok mudur ? ; tööbü ? : deve mi ? ; ötpü ? : öt mü ? ; ele sözile (bk. ele II) ve eken kelimesiyle (bk. eken9 birleştiğinde bu ekin seslisi (saiti) düşüyor : keldi beken ( bi eken) , cok peke ve s.
bılbıra- pek fazla yumuşamak , sölpümek , yumuşayıp cıvık bir hale gelmek ; ekşimek.
bılbırat- et. bılbıra-dan.
bılcı- tahammür etmek ; bılcıgan carma : keskinleşmemiş , tahammur etmiş olan carma (bk.carma 2)
bılcıra- 1. yarım mayi halinde ; vıcık vıcık ; 2. yarı mayi ; cıvık ; bıcırak topurak : yapışkan , cıvık toprak ; bılcırak kamır : cıvık , yapışkan hamur, 3. mec. beceriksiz , miskin.
bılcırat- et. bılcıra-dan.
bılç bılç-bılç çayna- : dudaklarını şapırdatarak yemek , çiğnemek.
bılçıgıy = bılçıygan (bk. bılçıy).
bılçılda- 1. cıvıklanmak , bir çaynasañ , may çayna - - bıçıldasın oozuñda ats. : bir çiğnesen de yağ çiğne , ki ağzında cıvıklansın ; 2. saçma sapan şeyler söylemek ; bılçıldaba ! : saçmalama ! , masal anlatma !
bılçıldat- et. bılçılda-dan.
bılçıy- yassılanmak , ezilmek (herhangi bir küre şeklinde olan nesne hakkında) ; bılçıyıp otur- : biçimsiz bir oturuşla outrmak ; bılçıygan : yassı ve kalın yüzlü (kimse).
bırış- II, 1. buruşmak , kırışmak (giyim hakkında) 2. yüz buruşmak.
bırk bırk-bırk etip kaynay : şarkı şarkı kaynıyor.
bırkılda- = bıkılda.
bırkıldat- et. bırkılda-dan.
bırkıra- kırılarak paralanmak , kırılıp bin parça olmak ; tuyagına tiygen taş taruuday bolup bırkırap folk. : tuynağı (tırnağı) altına tasgelen taşlar , darı gibi , parça parça oluyorlardı.
bış I, sık sık burundan soluk alma ; bış debeyt yahut bış etpeyt : hiç aldırmıyor ; ona göre hava hoş ; al cumuşuña bış etpeyt : senin bu işin ona hiçbirşey değil (o , bunu bir çırpıda yapar).
bış- II, olmak (olgunlaşmak) ; (meyve pişmek) ; aş pişmek kavrulmak ; berbestin aşı bışpas ats. : vermek istemiyenin yemeği uzun zaman pişmez ; denesi bışkın : vücudu pişmiş , sağlamlaşmış. III, (kımızı) bişşek ile çalkalamak , karıtırmak ; may bış- : yağ çalkalamak , dövmek ; bıçak menen kursakka bışıp aldı : karnına bıçak sapladı.
bışakta- sık sık burundan solumak ; boyuna burnunu çekmek ; hıçkırmak.
bışalak bışalak sarı 1) soluk sarı ; 2) açık sarışın.
bışañ I, sızlanma ; hıçkırma ; bışañ ıyladı : hıçkırarak ağladı. II, 1. atın burnunun aşağı kısmında kesmek suretile yapılan damga ; 2. atın yanağında yakmak suretile yapılan damga.
bışañda- boyuna sızlanıp durmak ; hıçkırmak.
bışañdat- et. bışañda-dan
bışar- ağarmak vebüzülmek (diyelim , ılık suya batırılan deri hakkında)
başıguu işs. bışık II den ; Stalindik bışıduu kişileri : Stalince pişkin kimseler.
bışık I1. sağlam , dayanıklı ; 2. çevik ; hareketlerinde mahir ; gayretli (enerji) ; bışık kişi : çevik , sağlam (seciye yönünden) ; adam ; ookatka bışık bk. ookat ; bışık cip : dayanıklı iplik , oynoboy bışık sırıñdı ayt ! : şaka etme , iç sırrını söyle ! 3. şüphesiz , muhakkak.
bışık- II, pişmek (sağlamlaşmak) , muhkemleşmek ; cumuşka bışıkkan bala : işe alışık çocuk ; anın beti suukka da , ısıkka da abdan bışıkkan : onun yüzü hem soğuğa , hem sıcağa alışmştır.
bışıkçılık ekinlerin ve yemişlerin olma çağı.
bışıksın- gayretli olmıya çalışmak.
bışıkta 1. sağlam , dayanıklı ,sebatlı yapmak ; noktası noktasına takdir eylemek ; sabak bıkışta- : ders hazırlamak ; keleriñdi bışıkta ! : gelip gelemiyeceğini kati olarak söyle ! ; 2. teyit , tekidetmek.
bışıktal sağlam , dayanıklı yapılmak ; noktası noktasına tayin , takdir edilmek.
bışıktır- et. bışık II den ; deneni bışıktır- : vücudu gereği gibi sağlamlaştırmak.
bışıktıruu işs bışıktırdan.
bışıktoo sağlama ; gereği gibi pişirme (sağlamlaştırma) ; işti bışıktoo kerek : işi adamakıllı yapmalı (ki hiçbir ilişecek yeri kalmasın).
bışılda- sık sık burundan solumak ; boyuna burnunu çekmek ; bışıldapıyla : hıçkırarak ve burnunu çekerek ağlamak.
bışıldaş- müş. bışılda-dan.
bışıldoo brunundan soluma , boyuna burnunu çekme.
bışıluu pişmiş , olgun ; bışıluu tamaktın küyütü caman ats. : hazır yemeği bırakıp gitmek insana ağır geliyor ; asıluu kazan , bışıluu aş ats. : kazan asılmış , demek yiyecek hazr.
bışım yetişme , olma (olgunlaşma) ; aş bışım (zaman ölçüsü) : yemek pişecek kadar zaman ; iki üç saat ; aş bışımga kün caadı , anan açılıp ketti , cark etip folk. : iki üç saat yağmur yağdı , sonra hava açtı.
bıtmıy 1. bulaşkan , cıvık (fazla pişmiş cıvık pilav , aşırı koyu erişte ve s.) 2. beceriksiz , sölpük.
bıtpıldık bıldırcın sesinin taklidi ; bödönönün üyü cok , kayda barsa “bıtpıldık” ats. : bıldırcının evi yok , nereye giderse orada “bıtpıldık” diye ötüyor.
bıyak bu yan , bu cihet : bıyakısı 1) bu yanı , tarafı ; 2) onlardan bu.
bıyba = pıyba.
bıyıl bu yıl , bu yılda.
bıyılkı bu seneki , bu yılın ; bıyılkı cılı : bu senede ; bıyılkı cıldın cazında : bu sene yazın , bu yılın yazında.
bıykıy maske.
bıypıgıy = bıypık.
bıypık yassı ve basık burunlu , küçücük ve yukarı kıvrılmış burunlu.
bıypıske r. kon. = 1. vıveska ; 2. (bir vesikadan) çıkarılan nüsha , kopya.
bi bk. bı.
biçik (destanda) Kalmıkların mukaddes kitabı.
bikir a. fikir , düşünce ; bikir alışuu : fikir teatisi , mübahese.
bikirdeş I, fikirdeş , hemfikir.
bikirdeş- II, fikir alışmak ; müşavere etmek.
bikirdeştik düşüncelerin , görüşlerin tevafuk etmesi ; fikirdeşlik.
bil I, a. fil.
bil- II, 1. bilmek ; anlamak ; bilbegen uu içet ats. : bilmiyen ağu (zehir) içer ; kim bilsin ! : bilinmez ki ; bilip aytasıñbı , cön elebi ? : bilerek mi söylüyorsun , yoksa tahmin ile mi ? ; suuktu suuk bilbey : soğuğa ehemmiyet vermeyip ; soğuğa aldırmayıp ; 2. güç yetmek ; muktedir olmak ; 3. idare etmek ; tasarruf eylemek ; özüñ bil ! : bildiğin gibi yap!
bilbegendik bilmezlik , habersizlik.
bilbestik bilmeme , haberi olmama.
bildir- bildirmek , haber vermek ; bildirbey : sezdirmeden , gizlice.
bildirme ilam.
bildirüü ilan ; ihbar ; malumat verme.
bilek 1. dirsekle el arasındaki kısım ; bilek ; bilimi toluk miñdi cıgat , bilegi coon birdi cıgat ats. : bilgisi kamil olan bini yıkar , kolu kalın olan tek bir taneyi yıkar ; uuktun bilegi bk. uuk I ; bilek söögü : bileği teşkil eden iki kemiğin küçüğü ; 2. hayvan ayağının aşağı kısmı ; kalbır öpkö , cez bilek folk. : ciğer elek gibidir , bacakları bakırdandır (sık sık destanda bahadırın atı böyle tasvir edilmektedir ki koşuda hafifliği ve yorulmazlığı ifade eder.)
bilerik 1. bilezik ; 2. altın ayaklarındaki arzani (enine) siyah daireler.
bilermen bilen , bilgiç ; curt bilermenderi yahut el bilermenderi : cemiyette itibar ve nüfuz sahibi olanlar ; bir üydün bilermeni : bir evde baş rolü oynıyan kimse.
bilgensi- bilgiçlik taslamak ; bilen gibi gözükmeye çalışmak.
bilgiz- 1. bildirmek ; haberdar etmek ; öğretmek ; 2. tabi kılmak , hakimiyeti altına vermek ; kılt ettirbey bilgiz : birisinin tam ve kayıtsız şartsız tabiyetine vermek.
bilgiziş- müş. bilgiz-den.
bilgizlüü = bildirüü.
bilik (mumun , lambanın) fitili /8/
bilim bilgi , ilim.
bilimdüü bilgili ; haberdar ; alim , tahsil görmüş ; biilmdüünün bilimi cugat , bilimsizdin iriñi cugat ats. : bilgi sahibinin bilgisi geçer (sirayet eder) bilgisizin pisliği geçer.
bilimdüülük bilim sahibi olma , alimlik.
bilimdüüsün- bilgiçlik , alimlik taslamak.
bilimot kon. = pulemyot.
bilimotçu kon. = pulemyotçu.
bilimpoz k-f. Âlim ; ilim adamı.
bilimsiz bilgisiz, cahil , bilmez; habersiz.
bilimsizdik cehalet; bilgisizlik, tahsilsizlik.
bilin- bilinmek: aydınlanmak; meydana çıkmak; kişi camani kirip çıkıca bilinet, öz camanı ölgönçö bilinbeyt ats. : başkasının pisliği derhal biliniyor; kendi pisliği ise ölünceye kadar bilinmiyor.
bilint- ilâm etmek, bildirmek; bilintpey kılat : gizlice, bildirmeksizin yapıyor.
iliş I, 1. belli, malûm ; birge taanış bolgonço, miñge biliş bol ats. : bir tek kişiyle tanışmaktansa, bin kişi tarafından tanınmış ol!; bir körgön --- biliş, eski körgön taanış ats. : bir defa gördün --- bildik oldun; korkok biliş kılıp al- : korkutarak, kendine itaat bettirmek; 2 bilgi ; becerme.
biliş- II, müş. bil II den.
bilmeksen (malûmat (ma edinmek maksadiyle) bilmezlikten gelen; bilmez gibi gözüken ; bilmeksen bol- : bilmezlikten gelmek; bilgen iş dagu bilmeksenge aylandı : malûm şey bir daha meçhule döndü.
bir I, bir; birisi; bir defa; bir som: bir ruble; biri kalbastan : hiç biri kalmaksızın; bir şaarda: bir şehirde; filanca şehirde; bir künü : bir kere ; bir zaman; birinen biri ötüp : birbirini geçerek ; biribiz : aramızdan biri, birimiz; birbiribizdi : birbirimizi; birileri yahut birderi: onlardan bazıları; birderi barabız, birderi barbaybız deşet : bazıları gideceğiz, bazıları gitmiyeceğiz diyorlar; bir da biri kaytpas ele : onlardan kimse dönmezdi ; birin tapsa, biri çok : birini bulursa, ötekisi yok ;bir künü kelerbiz: günün birinde geliriz ; eköönün birin kılabız: ikisinden birini yaparız; biri yahut birisi : onlardan biri; seniñ bu kılıgıñ birdi körsötöt (yahut bir cerge alıp barat) : senin bu yaptığın hayra götürmez (alacağın olsun!) ; al birdi kılan: o, bir haltedecek ; birme- bir : biricik; tañ atkanın oşondo bir bildik : şafak söktüğünü yalnız işte o zaman bildik, farkına vardık; birdin biri: bu neviden biricik, yegâne; birin eki bk. birin; bir da birin bk. da; bir …. bir yahut birde…. birde : kâh….kâh bir köböyüp, bir azayıp : kâh çoğalarak, kâh azalarak; birde kelse , birde kelbeyt : kâh geliyor; kâh gelmiyor; közdörü birde cumulup, birde açılar ele: gözleri kâh açılıyor, kâh kapanıyordu; birde biri yahut bir da (ondan sonra gelen menfi şekil ile birlikte) : hiçbiri; hiçbir zaman; asla; bir da kelbeyt : hiçbir zaman, asla gelmiyor; bir da can cok : kimseler yok; hiçbir diri varlık yok; bir az : biraz, bir parça; bir-ok = birok; eç bir: hiçbir; birdi- carım : birisi, şu veya bu, herhangi birisi, bir iki; birin serin bk. birin; bir nesre yahut bir neme = birdeme. II, f. es. ruhanî üstat, ruhanî rehber; efendi (hâmi).
biratala tamamen, büsbütün; nihaî surette.
birde bk. bir I.
birdeke = birdeme; birdeke degen boldu : bir şey söyler gibi oldu.
birdemele bir nesne, bir şeyler.
birdemele- müphem bir iş yapmak veya söylemek; baldırap özü bilbey birdemeleyt : ne olduğu belirsiz bir şeyler söylüyor.
birikteştirüü birleştirme (bir vetire veti olmak üzere).
birikteşüü = birigişüü.
biriktir I, kaya koruğu (Latincesi : sedum acre, M.) (kemik kırıldığında ilaç olarak kullanılan bir bitki). II = birikteştir; oozz biriktir bk. ooz 1.
biriktiril- birleştirilmek.
biriktirilüü işs. biriktiril-den. iril-den.
biriktirüü = birigiştirüü.
biriltik 1. birlik, vahit yerini tutan (bk. bk. ekiltilik) ; bir çükö’ ye muadil (bk. bk. çükö) ; 2. müstakil, başkasına tâbi olmıyan ; keldiñ emi keziñe, boluuga tırış biriltik folk. : artık büyük oldun, müstakil olmıya çalış!
birimdik birlik, koalisyon.
birin (bir ""in ), birin- serin : tek tük, seyrek; bizdikine birin – serin kişi kelgilep turat : bize bazan, nadiren gelenler oluyor; sakalında birin- serin agı bar : sakalında tek tük beyaz kıllar var ; birin – eki : bir şeyler ; bazı kimseler ; ötede beride ; birin – eki malım bar : bir iki hayvanım var; 16- ıncı cılı el birin – eki maldan kol cuudu. 16 ncı yılda (yani kıyam yılı olan 1916- da) halk son hayvanlarını kaybetti.
birinçi birinci.
birinçilik birincilik.
birinde- muhtelif birliklere ayrılmak; birindegen çarbalar : dağınık iğelikler; birindebey çoguu oturgula : toplu oturun, dağılmayın! ; birindep – serindep : tedricen; azar azar bir bir, birer birer; çok seyrek vukua gelerek.
birindet- bir şeyin teşekkülüne giren cüzleri ; ayrı ayrı birliklere bölmek; birindete ayt- : tâfsilatiyle anlatmak.
biristetil r. kon. "predsedatel" : reis, başkan.
birja r. borsa; emgek birjası es. : emek borsası.
birikarol kon. = prokuror.
birkez r. kon. "prikaz" : emir.
birok fakat, lâkin; maamafih.
birotolo = biratala.
birönöbük kon. = bronevik.
biröö bir tane, bir tek; birisi; biröönün özü baatır, biröönün sözü baatır, ats. : birinin kendi cesûr, birinin ise sözü cesûr; biröö - carım : herhangi birisi, şu veya bu; ar biröö: onlardan her biri; eç biröönö: hiç birine.
bocomoldo- tartmak (iyice mülâhaza etmek); yeniden hatırlamak; göz önüne getirmek, tasavvur etmek, tevehhüm eylemek.
bocu r. "vojji" " : arabacının kullandığı uzun dizgin .
boçke r. "bocka" : fıçı.
boçto boçtoo, kon. = poçta
boçtoçu boçtooçu , kon. poçtaçı.
bodo bodo mal : iri sığır hayvanı.
bodosu- kendini kuvvetli saymak; cesaret taslamak.
bodur bodurr - bodur = budur - budur (bk. budur).
boduray- = buduray-.
bogok 1. guşa (bazı yerlerde insanların boyunlarında hasıl olan büyük ur); guşalı; 2. çene altında peyda olan ikinci çene; 3. apiyimdin bogogu : haşhaş çiçeğinin ke’ si (çanağı).
bogokyuu 1. guşalı; 2. ilave çeneli, ör. bk. bozlan.
bogoo bukağı, pranga.
bogoolo- 1. bukağı vurmak; 2. köle etmek.
bogoolon- 1. bukağı vurulmak; 2. köle haline konulmak.
bogooluu 1. bukağı vurulmuş, zincirlenmiş; 2. köle haline konmuş.
bok . avm. gait; bok-cin bk. cin II; bok kuy- : tezek yapmak; bok murun 1) sümüklü 2)Kırgız destanı kahramanlarından birinin adıdır; bok ooz : pis ağız, ağzı bozuk, küfürbaz; bokton oñoy : en kolay şey , en basit; bok ce- : mânasız, ahmakça söz söylemek yahut iş yapmak; bok cebe! mânasız (ahmakça) söz söyleme yahut iş yapma! ; uruştun başı -- "bok cebe! " ats. : dövüşün başı - sövmedir ; cebegeni bok boldu folk. : yapmadığı mânasızlık kalmadı; bokko carabayt : hiçbir işe yaramıyor; çoyundun bogu yahut temirdin bogu : cüruf, demirboku..
bokço bohça, çıkın; küçük çanta; bokçosun tint- mec. : (birisinden yahut birisi hakkında) sırrı, gizli düşünceleri öğrenmeye çalışmak.
bokoçogoy tıknazve kısa boylu.
bokçoñdo- hareketlerinde tıknaz adama benzemek.
bokçoy- bohça, çıkın şeklinde olmak; kısılmak.
bokçu avm. aptesane temizleyici; sagıskan eldin cokçusu, karga eldin bokcusu folk. : saksağan halkın yoklayıcısı, karga ise – halkın aptesane temizleyicisidir; bokçu karga : ekin veya tohum kargası denilen büyük karga.
bokok (rad.) = bogok.
bokono yalancı kaburgalar (adlani kâzıbe); bokonosu katpagan : henüz pekleşmemiş; bokonosu kaktan : pekleşmiş ( büyümüş, kuvvetlenmiş, pişmiş); bokono kem (insan hakkında): beden kuvvetine malik olmıyan.
bokto- sövmek, küfretmek.
boktoo sövme, küfür.
boktooçu söven, küfürbaz.
boktoş- birbirine sövmek, sövüşmek.
boktot- et. bokto-dan.
boktu avm. gaitle pislenmiş, boklu; anı boktu tayak menen kuup çıktı : onu gürültü ile, terzil ederek koğdu.
bol- 1. olmak; olmaya başlamak; dönmek (bir halden diğer bir hale tahavvül etmek); vuku bulmak; husule gelmek, yapılmak; sen kayda bolduñ? : sen nerde idin? ; kim bolot? : kim oluyor?; saga emne boldu? : sana ne oldu?; dos bol- : ahbap olmak, dost olmak; ketkenine beç kün boldu : gideli beş gün oldu; bolso bolsun : peki, haydi öle olsun; bolso bolor : olabilir, bunda şaşılacak bir şey yok; siz men bolup : siz ve ben (biz ikimiz); okutuuçu bolup bir top bala : öğretmen bir çocukla beraber; direktor bolup iştegen : direktör, müdür sıfatiyle, müdür olarak çalıştı; kanday da bolso : nasıl olsa da; ne pahasına olursa olsun; kim da bolso : kim olursa olsun; kanday gana col menen bolbosun : ne gibi vasıta ile olursa olsun; ne pahasına olursa olsun; bolboso: eğer olmazsa, aksi takdirde; bolsoñ bolgondoy bol, bolbosoñ – koy! : yapacaksan yap, yapmıyacaksan, bırak! (girişme!); munuñ adam bolboyt : bunun adam olacağı yok; adam bolboy kal! : halbuki kendisi insan adı taşıyor! bolor iş boldu : olacak iş oldu (hiçbir çare yok);; bolboy koyboyt : mutlaka olacak, behemehal vukua gelecen; emneni oylop oturat boldu? : acaba, ne hakkında düşünüyor? ; emneden ciyirkendi boldu? : acaba neden iğrendi?; añgıça bolbodu : bu ise vâki olmadı; henüz bu vukua gelmemişken….; 2. maksada uygun, kâfi olmak; boldu! : yeter!, muvafık, mutabık!; bolot,erteñ keleyin : olur, yarın geleyim; bolbogon : uygunsuz, yolsuz, söz dinlemez; bolor ceri : son fiat; nihaî şart; bolor ceri – otuz som : son fiat – otuz rubledir; 3. şu veya bu kılıkta, şekilde gözükmek; körbögön bolup : görmezlikten gelerek; uktagan bolup : uyumuş gibi görünerek; 4. bitirmek, sonuna kadar ermek; okup bolduñbu? : okuyup bitirdin mi? ; üşüp boldum : adam akıllı üşüdüm; 5. muvaffakiyetli olmak; bolbodu : olmadı, çıkmadı; bolor bolbos nesre üçün barganım cok : olur olmaz şey için gitmedim; boş yere kendimi yormak istemedim; bolor bolbos işke taarınat : olur olmaz şeylerden güceniyor, alınıyor; bolor muzoo bogunan ats. : kendisinden bir mâna çıkacak buzağı, tersinden belli olur; 6. sebep olmak; uruştu küçötkön sen bolduñ : dövüşün şiddetlenmesine sen sebep oldun; 7. muvafakat etmek; aga bolbodu : buna kapılmadı, muvafakat etmedi, buna uymadı; zorluguña bolboymun : sen beni zorlukla ele alamazsın; 8. bol! : çabuk, tez!; 9. bolo! (önde gelen mahrutî şekille beraber) : ne iyi olurdu, (daha iyi olurdu) ; barsañ bolo! : gidersen iyi olur; 10. mak / mek eklerile bol fiili lüzum – gereklilik yahut niyet, kast ifade eder : kelmek boldu : gelmeye karar verdi; biz bermek bolduk : biz vermeye karar verdik; iş bolmok boldu : işin muvaffak olacağı anlaşılıyor; 11. uçu uuçu ekleriyle ve üçüncü şahsın hal ve istikbal zamanlariyle birlikte bol- fiili subjonctif ( iltizamî siyga ) şekli yapar; kelet boluçu : o gelirdi ; alat boluçumun : gelirdim; kelbeyt boluçu : gelmezdi.
bolco- tahmin etmek; tahminen tayin ve tarif etmek; öncedeb tahmin ve tarif eylemek; bolcogonum bolgondoy keldi : ben nasıl tahmin ettiysem, öyle çıktı; talaadagını üydö bolcobo ats. : kırdakiyi evde (oturarak) oranlama : "evdeki hesap çarşıya uymaz".
bolcogus bolcoguz, takribî tarifi ve tayini bile kabil olmıyan ; ölçülemiyen.
bolcol . 1. tayin edilen müddet, vâde; keler bolcolu boldu : gelecek zamanı oldu; geleceği zaman hulûl etti; 2. tarif, tayin; ölçü; bolcolu cok çoñ : kocaman, muazzam; bolcol kıl- : tarif ve tayin eylemek;k; hesap etmek.
bolcolduu önceden tayin edilmiş, önceden tesbit olunmuş.
bolum oluş; hazır bulunuş; dubandan izdep tappadım, tügöngür, sendey bolumdu folk. : bütün kazada aradım ve senin gibisini bulamadım.
bolumduu iyi, uygun, elverişli.
bolumsuz hiçbir işe yaramıyan; yaramaz.
bolumsuzduk hiçbir işe yaramazlık.
bolun- olmak, yapılmak; kamsız bolundu : kendini temin etti, temin edildi.
boluskey r. beyaz maden (Rusça "polskoye serebro" söziyle ilgili olacak , M.)
boluş I, r. tar. 1. "volost" : nahiye; 2. nahiye müdürü; 3. kom. nahiye icra komitesi reisi.
boluş- II, yardım etmek; taraftar olmak; sağa boluşpaymın : seni tutmıyacağım.
boluşçaak yardımsever; merhametli, şevkatli ; enesi boluşçaaktın kızı ıylaak, atası boluşçaaktın uulu ıylaak ats. : anası merhametli olanın kızı ağlayık; babası şevkatli olanın oğlu ağlayık.
boluştas tar. aynı " volost" a (nahiyeye) mensubolan, nahiy yedeş.
boluştuk tar. " volost" a –nahiyeye mensup ait,müteallik.
bombo r. bomba.
bombolo- bombalamak, bombardıman etmek.
boo I, 1. bağ, bağ (demet) ; kınnap; eşik boo : keçe, evin kapını bağlamıya mahsus ip; üzük boo üzük’ ü (bk.) bağlamak için kullanılan ip; tuurduk boo bk. tuurduk ; cel boo : tündük’ ten ( bk. tündük 3) 3 aşağıya doğru inen ve keçe evi yel zamanında pekitmeye yarıyan (ikiiki) ip : baş boo : dört tane iptir, ir, ki bunlarla üzük, tündük’e (bk.) ; keregeye (bk.) ve kırçoo’ ya (bk. kırçoo1) bağlanır; orto boo; keçe evde baş boo’ dan aşağıya doğru inen dört tane ip; etek boo : türkü üzük’ ten (bk. üzük) keçe evin önüne dpğru inen ipler; batiñke booloru : kundura bağları; bel boo : kuşak; oymok boo = oymok booç (bk. booç) ; çolok boo : alıcı kuş için kullanılan köstek, ayak bağı; 2. ekin demeti, külte; boo bola - : demet bağlamak. II, mal boo tüştü : hayvan kırıldı, helâk oldu; boo tüşür- : imha etmek, felâk etmek. mek. III, bk. bul I.
booç = booçu; oymok booç : bir ipliktir, ki onunla yüksek parmağa bağlanır; parmak booç : Kırgız nakışlarından birinin adıdır; kazık booç : gevşek düğüm.
booçu 1. her nevi bağlar; ufak koşum parçalrı (kolan, üzengi kayışları ve s.) ; köz booçu bk. köz; üydün booçusu : evi bağlımaya yarayan her şey (ipşer, şeritler ve s.); 2. ekin demetleri bağlayan; 3. ekin demeti (külte) bağlayan âlat, makine.
boolgolo- tahmin etmek, tahminen söylemek; sırın anık baamdabasa da, bolgolodu : sırrını hakkiyle bilmese de, tahminen farkına vardı.
boola- demet bağlamak.
boolan- demet şeklinde bağlanmak.
boolaş- hep beraber demet bağlamak.
boolat- et. boolo –dan.
boolattır- et. boolat- tan.
booluk 1. bağ (demetleri bağlamak için kullanılan bağ); 2. herhangi bir ilmiktir ki bir nesneyi bağlarken, ipin, ipliğin ve s.nin ucu onun içinden geçirilir.
booluu bağlı, kınnapalı; booluu kuş : şeritli, bağlı kuş.
boor 1. karaciğer ; kök boor: dalak; boor tolgo = boortolgo ; booru ker : nezaketli : yardıma hazır; iyi; merhametli, şefkatli; booru kerdik; yardıma hazırladık sıfatı; iyilik; booru taş yahut taş boor : katı yürek, taş yürekli; boor ooru : canı acımak; aga boorum ordu : ona acıdım; boor oorusañ bolboydu? folk. onun haline acısan olmaz midi? ; booru açıldı bk. açı 2; sen ücün boorum ezilip ketti : senin için canım acıdı; boor tart- : havırhahlık etmek; teveccühünü bildirmek; kayırmak; aga sen emne üçün boor tartasıñ? : niçin onu kayırıyorsun, ona acıyorsun? ; boorgo tart- : kendi tarafına çekmek, kendinene meylettirmek; ani men boruma tarttım : ben onu kendi tarafıma çektim, kendime meylettirdim; boor kurt: ‘ ufak hayvanlar hastalığı adıdır; kara boor : bağrı kara çil; 2. kan kardeşi ( bu mâna ile yalnız ölü için ağlarken kullanılmalıdır); 3. dağ yamacı.
boorlo- boordo- , boorlop cür, boordop cür- : dağ yamacı boyunca yürümek.
boorloş = boordoş.
boorsok = bavursak ( yağda kavrulan kuşbaşı hamur parçaları); çiğ boorsok yahut kırtıldak boorsok : ufak ve gereği gibi, süt, yağ ve yumurta ile yuğurulmuş ( kıtırdayan) gevrek bavursak; açıktan boorsok : mayalı hamurdan yapılan bavursak; boorsoktoy çaçalıp catat : bavursak gibi saçılmış halde yatıyor.
boortko = boorutka.
boortokto- karın ve göğüs üzerine yatmak, yüzüstü, yüzü koyun yatmak.
boortoktot- et. bortokto- dan; balanı boortoktotup catkızıp koydum : çocuğu karnı üzerine yatırdım.
boortolgo boortolga bolup berdi : istemiyerek, tereddüt ederek verdi; boortolgoñ bolso, kayta al : eğer acıyorsan, geri al!
boortorgolon- kararsızlık yahut memnuniyetsizlik hissi duymak.
booruker = booru ker (bk. boor I).
boorukerdik = booru kerdik (bk. boor I).
boorutka beşikteki çocuğun ellerini bağlamak için kullanılan iki tane bağ, sargı (kol boorutka); ayaklarını bağlamak için olanına ayak boorutka denir.
booz gebe.
boozu- gebe kalmak; kız bozup, enesin korkutat ats. : kendi suçunu başkasına isnat ediyor (harfiyen : kız gebe kalarak, annesini korkutuyor.) utuyor.)
bop I, r. "pop" : papaz. II, "bo" " ile başlıyan kelimeleri takviye için katılır : bop-boz : tam boz renkli.
bopoloñ r. ("popolam") (" kon. : birlikte, beraberce; haklarda müsavı olarak; cerdi bopoloñ ottoylu : otlaktan hep beraber istifadee edelim!
borbuy kasık; borboyu kötürülp kalıptır : büyüdü, artık büyük oldu; borbuyun kötörüp algan soñ : boy attıktan, büyüdükten sonra.
borbuyla- kasığına vurmak ( başlıca, atın kasığına kamçı ile il vurmak)
borcok 1. kabarma; 2. kabaran köpük.
borcokto- 1. kabarmak; 2. barcakta- (ancak büyük kafalı ve şişkin yüzlü insan hakkında).
borcoy- = bucuray- ; borcoygon kişi : yüzü sivilceli olan kimse.
borç = boruç.
borço büyük parça; etti borço –borço kılıp sal : eti parça parça ederek koy; kara borco öskön bala : sıcağa, soğuğa alışmış ve emek ve hayat meşakkatleri içinde büyümüş olan çocuk.
borçolo- iri parçalar şeklinde doğramak (başlıca, kemiksiz eti); borçologon et : parçalanmış et; etti borçolop sal : eti doğrayıp koy!
borçton- = boruçtan- .
borçuk 1. dağ sırtındaki sivri kaya ; 2. çopur, çiçekbozuğu (yüz hakkında).
borçuktuu kayalı.
bordo- I, ağartmak. II, hayvanı, kesmek maksadiyle besiye koymak.
bordoku kesmek için besiye konmuş yahut ya bu maksatla semirtilmiş olan.
bordol- I, kesmek için semirtilmek. II, mut. bordo- I den.
bordot- et. bordo- I , II den.
borguldan- bol bol terlemek, ter dökmek.
borguldant- et. borguldan-dan ; borguldantıp terdet- : bol bol terletmek.
borkok I, 1. çocuk göğüslüğü ; 2. buzağı burunsanlığı. II, sütten rakı çıkardıktan sonra kalan kesmeyimsi çöküntü, tortu; taş borkok : içine kzıgın ufak taşlar atmak suretiyle kaynatılan süt. t.
borkulda- "bork-bork" " diye ses çıkarkmak; borkuldap kayna- : şakır şakır kaynamak.
borkuldan- mut. borkulda- dan ; borkuldanıp terdep ketti : adam akıllı ter döktü.
borkura- = borkulda-.
boro I, borodoy : kocaman, büyük ; murdu borodoy : burnu kocamandır.
boro- II, tipi yapmak.
boroko = borkok II.
boroñ kara boroñ et : yağsız, yaven et (semiz hayvandan olsa dahi) ; iyi, fakat yağsız et.
boroon tipi, kar kasırgası ; kara boroon : karsız, şiddetli kasırga.
boroondo- dönmek (yel hakkında); tipi pi yapmak.
boroonduu tipili.
boros (rad.) : evlenmemiş (krş.boroz III).
borostoy r. kon. "prostoy" : sade; ehemmiyetsiz; borostoy ele cüröt : şöyle böyle giyinmiş.
boroz I, 1. r. "borozda" borozda" : saban çizgisi; 2. çizgi yap! çizgiden yürü! (yer sürerken). II, r. (koz, atı olmıyan) bayağı kâğıt. III, kanı kaynıyan kimse (karşı Sibirya Ruslarındaki poroz). poroz
borpoñ sölpük ve gevşek; borpoñ topurak : yumuşak toprak, toz.
bos I = boz I . II, r. kon. "post" : nokta (başlıca, sınır boylarında).
bosogo kapı çerçevesi; kapı söğesi; eşik; cer bosogo : kapı söğesinin alt kısmı, eşik; baş bosogo : kapı söğesinin üst kısmı; bosogo tayak : kapı söğesinin bütün dört parçası.
bostek sülüm kuşunun dişisi.
bostok üstökö sözünün tekidir.
boş 1. hali, boş, serbest; tutulmamış; konokko aş koy, eki kolun boş koy ats. : konuğun önüne yemek koy, iki e’ini boş bırak; kolum boş : serbestim (meşgul değilim) ; kolum boş emes : vaktim yok , meşgulüm; boşko ketti : beyhude gitti; boş kıyal : boş hayal, olmayacak rüya; 2. zayıf.
boşçuluk boşluk, meşguliyetsizlik.
boşo- 1. boşalmak, serbest kalmak; 2. gevşemek; muunum boşodu : gevşedim ; kendimi çok gevşemiş hissediyorum. diyorum.
boşon- boş kalmak; kurtulmak.
boşoñ gevşekçe, hafifçe gevşemiş olan.
boşoñdo- gevşemek.
boşoñdot- gevşetmek.
boşoñdut gevşeklik, rehavet.
boşoñku = boşoñ; boşoñku munduu ün : zayıf, hazin ses.
boşoş- gevşemek, rehavet kesbetmek.
boşoştur- gevşetmek.
boşoşturuu gevşetme.
boşoşuu gevşeme.
boşot- boşaltmak, serbest bırakmak.
boşottur- et. boşot-tan.
boşotul- mut. boşot-tan.
boşotuu serbest bırakma, boşaltma; gevşetme.
boşto kon. = poçta.
boşton 1. serbest bırakma, serbesti, hürriyet; başına boşton berdi emi folk. : şimdi onu serbest bıraktı; 2. boşuna; işsiz, maksatsız; boşton cürot : boşta geziyor, işsiz dolaşıyor.
boştonçuluk işsiz zaman, işsizlik hali, meşguliyetsizlik, boş vak vakit.
boştonduk hürriyet; söz boştonduğu : söz hürriyeti.
boştuk zaaf; belli boştuk : seciyesizlik.
botagarı avcı kuşun kösteğinin altındaki yumuşak sergi.
botala bulanık, boz ; çamura veya toza bulanmış.
botonik r. bitkiler uzmanı : botanist.
botanika ; r. bitkilik, botanik.
botko 1. darı, bulgur ve benzerleri pilâvı; 2. mec. saçma sapan ; boş lâkırdı .
boto I, 1. bir yaşında olan deve yavrusu, süt emen deve yavrusu; boto köz : büyük ve mahmur gözler; boto közdü : büyük ve mahmur gözlü (dilberin mutat vasfıdır); 2. okşama veya taaccüp ifade etmek için kullanılan sözdür : o botom! : ah, babam! II, a. yahut boto kur : boyundaki sargı; boto salın mec. : tam bir itaat göstermek; merhamet dilemek.
botoçuk küçül. boto I 1. den.
botolkö = bötölkö.
botolo- 1. dişi veya doğurmak; 2. boto diye çağırmak (okşama suretiyle).
botoluu poduklu.
boy 1. (bedenin uzunluğu ve yüksekliği); boy; boyu uzun : uzun boylu; boyu kıska : kısa boylu; kişi boyu : insan boyu; boyum cetpeyt : boyum yetmiyor (bunun için benim boyum kısa gelir) ; boy veyahut boygo cet- : bülûğa ermiş kız, gelinlik kız; kızı boy tartıp kalıptır : kızı olgunlaşmıştır 2. endam, boy bos; göğde; tulku boyu yahut kara boyu : endam; göğde; boy koş- 1) yaklaşmak; bitişmek; 2) mec. karı, zevce olmak; boy kotör- : burun şişirmek (kibirlenmek ) ; kendine fazla ehemmiyet vermek : kurulmak, gururlanmak; boy kötörüü : kurulma, gururlanma; boy taşta – boy kötörün karşıtıdır; boy tartkan kız : işveli kız; boyun kaçırat : (güreşte) kaçınıyor. sakınıyor; büt boydon yahut bütkül boydon : bütünü, tamamı ; baştan sonuna kadar ; büt cana toluk boydon : tamamiyle ve kâmilen; dayar boydon : hazır halde; kalınbındagı boydon : temiz halde; kalıbındagı – boydon koldolunbayt : temiz halde kullanılmıyor; kekte boydon daynı cok : gittiği günden beri onun hakkında haber yoktur; öz boyuna dos bolsun : kuvvetinden emin olsun, kuvveti kafi gelsin ; boy ber- : yenilmek, dayanamamak; boy berbe! : yenilme! : boy salışı tireş- : kıyasıya tutuşmak; boy cıydır- : ihtiyarına bırakma; imkân verme; boyunda bar : boyunda var : gebe; boyuna bolgon yahut boyuna bütkön : gebe kaldı; boydon tüş- : vuku bulmak (çocuk düşürmek hakkında) çocuk düşürmek; boydon tüşkön bala : düşük çocuk; boydon tüşürüü : ( sun’ î surette) çocuk düşürme; boydon boşon - : boydon boşanmak (doğurmak); boyunan ketip kalıptır; düş azdı, ihtilâm olmuş; 3. imdidat; col boyu : imtidadınca, seyahat esnasında; yolda; üç cıl boyu : üc yıl imtidadınca; ömür boyu : bütün ömür boyunca; tünü boyu : bütün gece; suu boyu 1) nehir boyunca; 2) nehrin kıyısı; suu boyunda : nehir kıyısında; 4. bir, tek : evlenmemiş; boy cigit : bekâr delikanlı; boy keldim : yalnız (kadınsız, ailesiz) geldim.
boypoñdo- 1. yaranmak; yaltaklanmak; 2. tek durmayıp, boyuna zıplamak, hoplamak.
boypoñdoş- müş. boypoñdo-dan.
boypoñdot- et. boypoñdo-dan.
boypoy- boypoygon bala : sâkin, rahat oturan (gürbüz) çocuk.
boyro f. sazdan yapılmış hasır.
boysun- boyun eğmek, itaat etmek.
boysunbooçuluk boyun eğmeme, itaatsizlik.
boysundur- boyun eğdirmek; itaat ettirmek, ram etmek.
boytoñ çocuğa, küçüğe mahsus hareketler.
boytoñdo- hareketlerinde küçüğe benzemek; kımıldamak, yürümek (küçük çocuklar hakkında).
boyunça 1. göre; tevfikan; çakıruu boyunça : davete göre; 2. bütün (hudutları içinde); respublika bıyunça; bütün cumhuriyette; rayon boyunça ; bütün bölgede.
boyuz r. kon. "poyezd" : tiren,, katar.
boz I, 1. beyaz; açık kuşunî; kır; ak boz : açık kurşunî; boz at : kır at; boz ala bk. ala 1. ; boz bala : genç çocuk; boz baldar yahut boz baş baldar : taze gençlik; boz ton 1) kurşunî kürk; 2) mec. çok giyilmiş, eskitilmiş kürk; boz kıroo = bozkıroo; 2. havadaki karanlık (gayet sıcak günde); 3. el değmemiş toprak, bâkir toprak.
böcürö- sâkin, kendi halinde olmak; böcüröp cür- : sâkin, mütevazi olmak.
böcüt- et. böcü-den.
bödönö bıldırcın.
bödöt r. tar. "podat" : vergi.
bödröt r. "podriad" : müteahitlik.
bödrötçü mütahit.
bödüröy- = büdüröy- .
böf !, (iki dudağın iştirakiyle çıkarılan f-dir) fi! (nefret ifade eden interjection’ dur).
bögö I, aşığın sırtı; bögö tüş- : bögösü (sırtı) yukarıya düşmek; ek; bögösünün böktü deyt folk. : kavis gibi büktü. II, 1. suyun önüne set çekmek; 2. yolu kapatmak; engel olmak.
bögöcüktö- = mögdö-.
bögönök sarımtırak renkli sinek.
bögööl = bögöt I.
bögööldö- yolu kapatmak; arkuru gitmek.
bögöş- müş. bögö II den. n.
bögöt I. bent, set, engel, mania. II, et. bögö- II den.
bögü güçlü kuvvetli; töödön bögü çaar ingen, çaar ingendi bergin, alayın, ata folk. : benekli dişi deve, develerin en kuvvetlisidir; benekli dişi deveyi ver, ben (onu) alırım, baba!
bök tepe; yükseklik; şiberdüü böktü caylagan folk : koyu otla örtülmüş tepede yayladı (yazı geçirdi) ; ara bök = arabök.
bökö- II, birşeyden nefret etmek; doymak, bıkmak; mayga bököp kaldım: yağdan bıktım, ondan tiksiniyorum.
bökön I, sayga (iri bir nevi karaca): saiga tatarica; bököndün tañınday: beyaz çizgili, beyaz benekli. II, (atın) kuyruğunda kalın kıl yahut (insanın) başında kalın saç (saç hastalığı).
böksö 1. dağ eteği; 2. ilk yaz otlağı; 3.göğdenin aşağı kısmı; 4. tam değil; kenarlara kadar değil; çöyçöktü böksö kuyduñ: kovayı kenarlarına kadar doldurmadın.
böksölö- 1. dağ yamacı boyunca gitmek, dağ yamacı boyunca inmek; 2. (koyunu, keçiyi) kesmek ve etini havalandırmak (fakat parçalamamak)
böksör- eksilmek, tükenmek, alçalmak (bir mayiin seviyesi hakkında) ; candıktan kan böksördü: hayvanlar zayıfladılar, kurudular; men kaytarçu muzoolor kündögüdön böksörböptür : benim güttüğüm buzağılar mutat durumda idiler (zayıflamadılar da, eksilmediler de).
böksört- bk. böksör.
böktör I, tepe, hüyük.
böktör- II, eyer kayışına bağlamak, takmak.
böktörgö I, eğer kayışına bağlanan öteberi. II, sazlık veya bataklıkta yaşayan dişi puhu; puhu yavruları.
böktörgölüü 1. eğer kayışına bağlanmış öteberisi bulunan; 2. arkası sağlam olan (at); kuvvetli.
böktörün- kendisi için eğer kayışına bir şeyler bağlamak; kap böktörünüp : eğer kayışına torba bağlayıp.
böl- bölmek, tevzi etmek; söz böl- : sözü kesmek, can böl- bk. can II; köñül böl- : dikkate almak; kün köñülümdü, tün uykumdu böldüm: gece gündüz rahat gezmedim.
bölçök 1. parçacık; 2. mat. kesir; kadimki bölçök : bayağı kesir; üzdüksüz bölçök : devamlı kesir; çeksiz üzdüksüz bölçök : sonsuz devamlı kesir; çektüü üzdüksüz bölçök : sonu olan devamlı kesir; buruş bölçök : kaideye uymıyan kesir; bölçök menen körsötüü: kesirle ifade.
bölçöktüü parçalara bölünen; ayrı ayrı parçalardan düzülmüş olan.
böldür- bölmeye müsade veya icbar etmek.
böldürüü işs. böldür-den.
bölgüç 1. bölen, tevzi eden; 2. mat. kasım (bölücü).
bölkö r.1. "bulka": francala; 2. Rus suliyle pişirilmiş ekmek (mayasız yufkadan farklı olmak üzere).
bölköbnük bölköndük, kon. = polkovnik.
bölmö oda.
bölö I, iki kız kardeşin çocukları; (ana tarafından) kardeş çocukları; erkekler ve kızlar.
bölö-II çocuğu kundaklamak, sarmak; kundaklanmış çocuğu beşiğe yatırmak.
bölök 1. parça, kısım; 2. başka, diğer; hususi, ayrı, bölök kişi : başka , yabancı adam; bölök- bötön emessiñ folk. : yabancı, yat değilsin.
bölökçö ayrıca, hususi; mükemmel, ekmel.
bölöktö- 1. yadırgamak, yabancı saymak, yabancı gibi muamele etmek; 2. ayırmak; kamap koydu bölöktöp folk. onu ayrıca hapse attı.
bölöktük 1. ayrı bulunma (cümlede Rus diline "votdelnosti", "otdelnıy" diye tercüme olunur); 2. yat olmaklık; akraba olmamaklık.
bölön- 1. mut. bölö- II den; 2. mec. bir nesneyi bol bol elde etmek.
bölöş- hep beraber çocuğu kundaklamak.
bölöt- et. bölö- II den.
böltögöy herhangi gereği gibi karışmamış olan bir nesnenin yuvarlakları (diyelim, bulamaç hakkında)
bucugur 1. sarmaşan; dalgalı, kıvırcık; bucugur sakal: kıvırcık sakal; 2. çopur; bucugur kara kişi: çopur esmer adam.
bucuray- sarmaşmak; kıvırcıklanmak.
buçkak hayvan ayak derilerinden kürk; buçkagıma çeyin terdedim: tepeden tırnağa kadar terledim; buçkagına teñebeyt: on paralık kıymet vermiyor, sıfır yerine koyuyor.
budur yahut budur-budur yahut adır- budur: tepeleri çok olan yer.
budurakay çopur; bodur; pürüzlü, düz olmıyan.
buduray- bodurlaşmak; pürüzlü olmak.
budurayt- et. buduray-dan.
bufet r. büfe.
bufetçi r. büfe işleten.
buga bk. bul I.
bugaltır = buxgalter: muhasebeci.
bugu 1. geyiğin yahut maralın erkeği; 2. bugu (bir Kırgız kabilesinin adıdır). 3. Kırgız halk takviminde bir ayın ismidir.
buguçar genç geyik yahut genç maral.
bugul- saklanmak; kabak cerden buguldu: o, derede saklandı.
buk I, tasa, can sıkıntısı; bugun cazıp alsın yahut bugun çıgarsın: tasasım dağıtsın! : aytıp bugumdu çıgardım: (uzun zaman sustuktan sonra)içimde toplananın hepsini söyledim, içimi boşalttım; buk kılat: (beni) sıkıyor; içi buk: içini kedi tırmalıyor.
buk- II, gizlenmek; bir kenara çekilerek susmak; bugup cat- : saklanarak yatmak; boz turumtay umtulsa, boz çımçıktar bukpaybı? folk. : boz muymul (latince Falco vespertinus denilen bir nevi doğan, M.) saldırırsa, kuşcağızlar gizlenmez mi hiç?
buka 1. damızlık öküz, boğa; kök buka: bir nevi oyun: köl buka: balaban kuşu (latince adı botaurus olan ve balıkçıl soyundan bir kuştur, M.) ; 2. düğümleri çözmek için kullanılan (sert ağaçtan yahut boynuzdan yapılan) sert bir küçük değnektir.
bukaçar genç öküz, tosun.
bukara 1. a. tebaa; 2. tar. avamdan olan kimse, avam; kara bukara tar: ayaktakımı.
bukturma pusu; bukturma koy- ; pusuya yatmak; egerde coo köp bolso, bukturma koyup uruşkan: eğer düşman çok olursa, pusuya yatarak vuruşuyorlardı.
bukturuu işs. buktur-dan.
bukulda- kesik kesik ve yavaş sesler çıkarmak.
bukuldaş- müş. bukulda-dan.
bukuy- ciddi tavır takınmak; yüzünü buruşturmak; bukuyup, başın cerge koyup: yüzünü buruşturarak ve başını eğerek; bukuyup uk-: fikrini temerküz ettirerek dinlemek; taarıngan emedey bukuyup it catat: köpek sanki birisine gücenmiş gibi, surat asarak yatıyor.
bul I, (genitif: munun, datif: buga yahut boo, akküzatif: munu) : bu; erkek; munun emine keregi bar? : bu, neme lazım? ; munu kördüñbü? : bunu gördün mü? ; gör şunu bakalım! : munuñ kim? : bu yanındaki kimdir? , bu nasıl adam? : munuñ emine? : nedir bu senin? ; daha ne uydurdun? ; munusu emine? ; ondaki nedir bu? ; daha ne uydurdu? ; munuñ üçün yahut munu üçün yahut mun üçün: bunun için, bundan dolayı. II, 1. para; 2. mal, meta; manifatura; 3. mülk, kıymet, servet; bul coy-: zevk ve safa için para israf etmek; bul coyguç: müsrif. III, yırtıp, kesip parça parça etmek, kırmak; etegimdi it bulup ketti: köpek eteğimi yırttı; eşiğinin eñsesin kılıç menen bulgamın folk. : kapısının sürgüsünü kılıçla parçaladım.
bula f. 1. lif; cañı bula ösümdüktörü: yeni sınai bitkiler; 2. ipek; 3. yumuşak, tüylü, lifli; buladay kebez: yumuşak, ipeğimsi, lifli pamuk; buladay cün: yumuşak yün; 4. kıymetli bir dokuma adıdır; bula menen cibekti folk.: bula ve ipek. II, çala sözünün tekidir.
bula- III, şerit gibi yükselmek (duman, toz hakkında) ; betegesi belden bulagan folk.: orada betege (bir nevi ot) insanın beline kadardır; samoordun tütünü bulap, kömür cıltıldayt: semaverin dumanı yukarıya yükseliyor ve kömürler parlıyor.
bulaan 1. kargaşalık; 2. yağma; bulaanga tüşkön mal folk.: elden ele geçen hayvan (birisi yakalamış, ondan başkasına geçmiş ve s.)
bulaarı- 1. bullarıp ketti: hiçbir habersiz kayboldu gitti; 2. at bula arıp suutmak folk.: atı binerek talim ve terbiye etmek.
bulaçı sınai bitkileri yetiştirmek veya tetkik etmekle iştigal eden.
bulak I, 1. pınar; mec. kaynak (memba) ; anık bulaktardan alıngan malımattarga karaganda: mevsuk membalardan alınan malumata göre; 2. sıraca; kulagı bulak: sıracalı (kulaktan irin geldiğinde) ; emçek bulak: meme iltihabı. II, bulak- bulak et = bulakta; bulak- bulak etip, koyon kaçıp cönödü: zıplayarak (tüylü) tavşan kaçmıya başladı.
bulakta- I, deprenmek, bir yandan öbür yana sallanmak (yumuşak, tüylü nesne hakkında, diyelim, tilki kuyruğu hakkında) ; bulaktap bas- (genç kadın hakkında) : süzülerek, tavus gibi yürümek. II, fışkırmak (mayi hakkında).
bulaktat- et. bulakta II den; caş bulaktat- : bol bol gözyaşı dökmek.
bulaluu lifli; uzun bulaluu pakta: uzun lifli pamuk.
bulamık bulamaç.
bulan 1. bir nevi ceylan; 2. kula; 3. parlak.
bulañ bulañ et yahut bulañ kak: ansızın gözükmek (göze hoş gelen herhangi bir nesne hakkında) ; tülkü bulañ etip (yahut bulañ kagıp) köründü: ansızın tilki gözüktü (güzel bir şekilde ansızın göz önünde peyda oluverdi) ; eleñ- bulañ bk. eleñ.
bulas eles- bulas körünöt: hayalmeyal görünüyor (uzakta bulunan bir nesne hakkında).
bulasta- parlamak, yıldıramak; parlak ve mükellef görünüşte bulunmak; " dişitavus " şeklinde olmak; bulastap bas- : tavusvari yürümek (nefis ve parlak elbiseler giyerek) ; bulastagan köynök: iyi kumaştan dikilmiş olan bol ve uzun giyim.
bulastat- et. bulasta- dan; bulumdan kılgan çong içik bulastata camındı folk. kıymetli kumaştan mükemmel bir kürkle örtündü; bulastatıp köynök kiydi: o kadın (iyi kumaştan) bol elbise giydi.
bulat et. bula- III ten.
bulay- 1. rengi ak olmak, ağarmak, ak gözükmek; 2. gözükmek; içeriden başını dışarı uzatmak.
bulayt I, ihtiyatsızca; kirlice. II, et. bulay- dan.
bulca balca sözünün tekidir.
bulcur balcır sözünün tekidir.
bulcut- (yalnız menfi şekilde) : bulcutpay: değiştirmeksizin, önceki şekilde bırakarak.
bulkak sepilenmemiş deriden yapılan, yüksek, üst kısmı dar olan kova.
bulku- keskin bir hareket yapmak, fırlamak; bolor kulun celede bulkuyt, bolor bala beşikte bulkuyt ats. : iyi olacak tay bağlandığı yerde rahat durmaz, adam olacak çocuk beşikten fırlar; bulkup aldı çılbırdı, culkup aldı tizgindi folk. : kemendi kopardı, dizgini yakaladı.
bulkulda- 1. «bulk» sesi çıkararak suya düşmek; 2. ani surette titremek.
bulkuy- kocaman ve şişman olmak (insan hakkında) ; bastırıp ketti bulkuyup folk. : koskoca nesne gitti; orta caşka kelgen bulguykan kişi : orta yaşlı şişman kimse.
bulkuyt- et. bulkuy-dan.
buloo 1. buğu, buhar; 2. sahte tabibin tedavi usullerinden biri ( buğu ile emlemek).
buloolon- buğu çıkarmak; cabuudan kök buu çııgıp, buloolonup cattı : çuldan koyu mavi buğu çıkıyordu.
buloolont- et. buloolon-dan; aldıbızga buloolontup et koydu : önümüze dumanı üstünde olan eti koydu.
bult bult ber- : fırlamak; ürkerek, bir yana atılmak, sıvışmak.
bultakta- yan çizmek, bir bu yana bir o yana atılmak.
bultuyt- et. bultuy-dan; eki uurtun bultuytup tolturup : ağzını öyle dol- durdu ki, iki avurtu kabardı, şişti.
bulun (Rad., V) = buulum.
buluñ köşe, bucak.
buluñda- sinirlenmek, hırslanmak.
bulut bulut.
buluttan- bulutlarla kaplanmak bulutlan- mak.
buluttuu bulutlarla kaplanmış, bulutlu.
bunt kon. = punkt.
bupet = bufet.
bur- döndürmek, çevirmek; yoldan çevirmek; suu bur- : suyu başka yönete çevirmek; attın başın bur-: atın başını çevirmek.
bura- I, 1. koklamak; 2. kokmak, koku vermek; cıpar añkıp, cez burap folk. : mis kokarak ve kalay kokusu vererek (karş. cıtta). II, vidalamak, vida ile mıhlamak, bükerek sıkıştırmak; saat bura-: kurmak: içim burap oorup turat : miydem buruyor ve ağrıyor.
buradar f. 1. dost; 2. mahbube; mahbup.
burak I, (Rad.) koyun ağılı. II, a. 1. mit. efsanevî binek hayvanı. (Bu hayvana binerek Peygamber Muhammed göğe çıkmıştır) : 2.yürük at.
buraktat- caş buraktat : iri gözyaşları dökmek.
bural- 1. burmalı olmak; yılankavı olmak; vida ile mıhlanmış olmak, bükerek pekitilmiş olmak; 2. gevşemek; buralgan aç : gayet aç.
burcuy- II, 1. bodur şekilde olmak; 2. kabarık, şişkin olmak.
burç köşe, zaviye (açı); kızıl burç odada başköşe; keñ burç mat. : geniş açı (zaviyei münferice); tar burç mat. : dar açı (zaviyei hadde); tik burç mat.: dik açı (zaviyei kaime) ; çekteş burç mat. : komşu açı (zaviyei mütecavire); köp caktuu burç mat. : çok yüzlü açı (çok vecihli zaviye); sızık burç mat. : çizgi açı; içki burç mat. : iç açı; tışkı burç mat. : dış açı; kaptal burç mat. : yan açı; kabarıñkı burç mat. : çıkıntılı açı; kayçı burç mat. : kesişen açılar (mütekatı zaviyeler); köp burç mat. : çokgen (mudalla); beş burç mat. : beşgen (muhammes).
burçtan- keskin bir çıkıntının açı şeklinde öne doğru uzanması.
burçtuk 1, köşeli köşeleri olan; 2. sathında köşeleri çok olan.
burda- şiddetle çekmek; fırlamak; şiddetle bir yana çekmek; kulagımdı burdap alıp tartıp-tartıp ciberdi : kulağımı yolarcasına kaç defa çekti; tamaktı burdap ceyt : hırsla ve büyük büyük lokmalar alarak yiyor; it burdap ketti : köpek kaptı, şiddetle çekti (ısırdı ve sıçrayıp kaçtı) .
burk burk-şark : kızarak, hiddetle ; burk- şark etip uruşa ketti : söverek üzerine atıldı; burk etken mıltık tütünü gana körünüp kalat : yalnız arasıra birden tüfek dumanı gözüküyor.
burkak tipi, kar kasırgası.
burkakta- tipi yapmak.
burkan I, burkan-şarkan : gürleme; çatırdı; burkan-şarkan tüşüp ıyla : (sövüp sayarak ve bağırıp çağırarak) acı acı ağlamak, gözyaşları dökmek. II, (destanda) pul, sanem.
burkanda- (mâna itibariyle) = burkan- dan-; taş burkanda : kızışmak, kızgın bir mahiyet almak; bozo taş burkandap kürüldöyt : boza gürleyip kabarıyor; coro taş burkandap çıkkan sayın… : işret kızıştıkça.
burkandan- taşkınlık etmek, gaddarlık etmek.
burkulda- 1. gürlemek, çalkalanmak; oozundan burkuldap köbük agat : ağzından fışkırarak köpük akıyor; 2. tehevvüre kapılmak, aşırı derece kızmak : kirgen buuraday burkuldayt : kızgın deve gibi gazebe geldi.
burkuldat- et. burkuda-dan.
burkura- 1. buram buram çıkmak, yükselmek (duman, toz hakkında) ; 2. mec. acı acı ağlamak, yüksek sesle gözyaşları dökmek.
burkurak burkurak cıttuu : kuvvetli koku dağıtan, pek fazla kokan; güzel kokulu.
burulda- şakırdayan, gürleyen ses çıkarmak; çatırtı ile fırlamak; buruldap kara koyuu kök tütündör buralıp kalıp barat : kara, koyu mavi duman buram buram çıkıyor, yükseliyor; mıltıktın tütünü buruldap sozuldu : tüfeğin dumanı fırlayıp uzadı.
buruş I, çevirme, dönüş; coldon buruş : yoldan sapa yerde, yol üzerinde olmıyan; buruş cür- : dolambaç yoldan gitmek, yürümek; mec. yalan dolanla yaşamak. II, muvakkat damga, im ( başlıca, koyunlar üzerinde) buruş ur- : muvakkat damga vurmak.
buruştuk yalan.
burut Kırgız (Kırgızları bu isimle Kalmuklar adlamaktadırlar. Kır- gızlar yalnız Kalmuklar ağzından naklen kendilerini tesmiye ederler).
buruu çevrilmiş, düz olmıyan; tili buruu al : yabancı dil (harfiyen: eğri dil); Kırgızda sizdey cok eken, çıkpasa tili buruudan folk. : yabancı dillerle konuşanlar arasında bulunmazsa, Kırgızlar arasında senin gibi dilber yoktur; öñü buruu : görünüşü, şekli ile temayüz eden (başkalarına benzemeyen).
buruuçu çevirici, döndürücü.
buruy- bükülmek, burulmak, burmalı olmak.
buruyt- et. buruy-dan.
busulman a-f. müslüman adam.
busurman = busulman.
buş- şaş sözünün tekidir.
buşman f. tasa, acı : (pişman, M.)
but I, r. pud (Rus ağırlık ölçüsü) . II, 1. bacak, but (insan hakkında); butunun başı menen : ayağının uçlariyle; butu kolu cerge tiybey cüröt mec. : sevinçten kendisinden geçmiş; 2. art ayak. III. sans. put; mukaddes tasvir.
buta I. 1. çalı, çalılık; kara buta : bir çalının adıdır; 2. kurşun menzili; buta atım : bir ok atımı yer (koşularda mesafe) ; 3. nişan, hedef; buta koyup attık : nişan dikerek attık; butaga tiygendey süylöyt : isabetli söylüyor. II, (Rad., V) bir kumaş adıdır.
buttaştır- et. buttaş-tan; kamçımdı buttaştırıp cogottu : (elden ele geçirmek suretiyle) kamçımı kaybetti.
buttuk at buttuğu : eğerin bir parçasının adıdır; eki cagında teminöörü cana at buttugu bolot: (eğerin) her iki yanında tepengüler ve at buttuğu bulunuyor.
butur batır I sözünün tekidir.
buu- I, 1. buğu, buhar; 2. (herhangi bir şeyi kaplamak için) maden mahlûlü; bul altın emes, altındın buusu : bu altın değil, yaldızdır; altındın buusuna karmagan : altın mahlûlü ile yaldızlanmış. II, boğmak; bağlamak, sağlam bağlayıp pekitmek; kaptın oozun buu- : çuvalın ağzını bağlamak.
buudan 1. yürük (dayanıklı ve süratle koşan atın vasfıdır); altı ay minse, arıbagan buudan : altı ay fasılasız binilse dahi yorulmıyan yürük at; Aç buudan : bahadır Coloy’un atının lâğabıdır; 2. bahadır, yiğit.
buulum 1. kıymetli bir kumaşın adıdır; için suusar içtetip, tışın buulum tıştatıp folk. : (kürkün) içini zardava (Mustela) kürkile astarlayıp, yüzünü ise, buulum kumaşiyle kaplayıp, 2. bir kürk adıdır.
buuluu buğulu, buharlı.
buum bağ (demet), bağ (sargı); 2. 6-7 puda muadil olan hububat ölçüsü (muayyen ölçüdeki çuvallara hububat o tarzda doldurulur ki, çuvalların ağızlarını bağlamak çok kolay olur) ; bir buum buuday (6-7 pud ağırlığında) : bir çuval buğday.
buuma 1. bağlanmış! 2. hububat ölçüsü = (bk.) ; çımçıp buuma : ağzına kadar öyle doldurulmuş olan çuvaldır ki, bağlanması güç olur; şalkı buuma: öyle doldurulmuş olan çuvallardır ki onun kenerlarını kolayca bağlamak mümkün olur.
buun- (kendi üzerine) sıkı bağlamak; başına buunup aldı: başına sardı; belin bekem buunup folk. : beline muhkemce kuşak sararak.
buy I, iğelik meşguliyetleri; maişet işleri; caman atıñ buyga min, tünöp kalgan uyga min folk. : kötü atına binerek, dirlik işlerinin peşinden koş, (bilmem nerede) geceleyip kalan ineğini aramaya git; buy bolup kettim: bana artık bezginlik geldi; ay aalamdı buy kılgan folk. : bütün cihanın rahatını kaçırdı. II = buykta; buyga kir- : kuytu bir yerde saklanmak.
buydal- 1. bir parça eğlenmek, duraklamak; 2. afallamak; buydalıp süylöy albay kaldım : afalladım ve söyliyemedim.
buydoo engel, alıkoma; işke buydoo kıldı: işe mani oldu, işi durdurdu.
buygat dağ yamacındaki küçük dere (dağın tepesine yakın yerde) ; cıbıt (bk.)’ ın yukarıki dalları.
buyla 1. öküzün yahut devenin burun kıkırdağına geçirilen küçük çubuk; 2. iğin ucundaki çubuk.
buylala- burun kıkırdağına buyla geçirmek (bk. buyla 1).
buylalan mut. buylala-dan.
buylalat- et. buylala-dan.
buylaluu burnunda buyla (bk.) bulunan.
buynat a. /9/ esas; hilkat, yaratık; buynat bolgon kuyundan folk. : o, kasırga- dan yaratılmıştır.
buyro = byuro.
buyru iyri-buyru : eğri büyrü, yılankavı.
buyruk 1. buyrultu, emir, ferman; 2. gram. fiilin göğdesi; emir şekli; kat buyruk etiş : ikinci derecedeki icbar fiili; ters buyruk etiş : fiilin menfi esası.
buyruktuu önceden taayyün etmiş.
buyruu emretme.
buyta- savuşmak, sıvışmak, gizlice uzak- laşmak; birdenbire ve keskin bir surette dönmek; coldon buyta- : hızlıca ve birdenbire yoldan bir kenara sapmak, gizlice yoldan bir yana gitmek.
buytaş sıvışkan; çevik.
buytat- et. buyta-dan; buytatıp kettim : dönüverdim (diyelim, at üstünde iken, onu âni surette ve hızlıca dönmeye icbar eyledim); buytat- pastan alkımdan al- : şiddetle gırtlağa sarılmak.
buytoot buytoot cer : yoldan bir kenarda bulunan kuytu bir mahal.
buyuk- donmak, tamamile soğumak, soğuktan, kar tipisinden helâk olmak; boroondo buyugup cogoldu : tipi esnasında (soğuktan) şuurunu kaybetti ve mahvoldu; buyukkanga cıldız ― ot ats. : suya düşen yılana sarılır (harfiyen : üşüyene yıldız ― ateştir).
buyuktur- et. buyuk-tan.
buyum şey, nesne; buyum-tayım : her türlü eşya.
buyumdat- buyumdata dalil : cürmün işlendiğini gösteren maddî ve katî delil.
buyumsut- dikkate değer saymak, önem vermek.
buyur- 1. emretmek; ısmarlamak; 2. önceden tayin etmek, önceden tahsis etmek; buyursa da, buyurbasa da: herhalde; her hali takdirde; uyalbagan buyurbagandan içet ats. : vicdansız kendisine tahsis edilmiyeni de yer; at saga buyursun : at senin olsun; tamekiñ barbı? ― buyurbasın! : tütünün var mı? ― zerre kadar!
buyurkan- hırslanmak, hiddetlenmek; bet tügün çıgarıp buyurkanat : hırtan ürperdi.
buyurt- et. buyur-dan.
buyurul- mut. buyur-dan.
buz- tahrip etmek, ihlâl etmek, bozmak; et buz- : et bölmek (kesilmiş ve derisi yüzülmüş hayvanı parçalamak) ; kar buz- : kar üzerinden yol açmak.
bücürö- 1. kanburlaşmak, bükülmek; kartaygan kişi bücüröp kalat : ihtiyar adamlar kanburlaşıyorlar; 2. mec. yaltaklanmak, yaranamak.
bücüröñdö- tereddütle, korkarak basmak (diyelim, yalınayak adam biçilmiş ot yahut kaşlar üzerine) ; taşırkagan at taştuu cerde bücüröñdöp basat : ayağı incinmiş olan at taşlık yerde tereddütle basıyor.
bücüröş- müş. bücürö-den.
bücüy- 1. kıvrılmış, büzülmüş şekilde bulunmak (diyelim, saklanmış tavşan hakkında) ; yaranarak dört büklüm olmak; 2. sinmek (gizlenmek).
büçü paltoda veya gömlekte düğme yerini tutan bağ; büçüdöyün kaltırba : zerre kadar bırakma!
büçülö- düğme yerini tutan bağ ile iliklemek (diyelim, gömleğin yakasını).
büçülük 1. büçü; 2. kadınların göğüsleirnde taşıdıkları bir ziynetin adıdır.
bükön bükön barası çıgıp kıyradı : parça parça, bin parça oldu.
büktö- sarıp bağlamak, bükmek.
büktöl- mut. büktö-den.
büktölüü tomar yapılmış (diyelim, bir kağıt tomarı) ; şaymandın baarı büktölüü folk. : teçhizatın, levazımın hepsi sarılmıştır (azimet için anıklanmıştır).
büktömö 1. bükülmüş, bükme; bükmek yolile toplanmış; 2. iki katlı (kumaş hakkında).
büktöö sarma, bükme.
büktöş- müş. büktö-den.
büktöt- et. büktö-den.
bükülü bütünü, tam olarak; bükülü et : bir parça et; bükülü cep iydi : hepsini, (gereği gibi çiğnemeden) tamamını yuttu.
bükür kanbur.
bükürököy = büküş.
büküröñdö- hareketlerinde kanburlaşmı- şa benzemek , kanburu andırmak, kanburlaşmak.
büküröñdöö işs. büküröñde-den.
büküröy- kanburlaşmış şekilde olmak, kanburlaşmak.
büküröyt- et. büküröy-den.
büküş bir parça kanburlaşmış, azcık arkası çıkık olan.
bül- kavgalı, nizalı olmak.
bülbül sönük, çok az yıldırayan; bülbül tart- : sönmek (solmak) ; köz bülbül tarttı : gözlerin feri kaçtı.
bülbüldö- azcık yıldıramak (ışık hakkın- da), pek az gözükmek; bülbüldögön karaandar körünö baştadı : göze zor ilişen karaltılar görünmeye başladı.
bülbüldöt- et. bülbüldö-den.
büldö kıymetli bir kumaş adıdır.
büldür- bozmak, berbat etmek; bütkön işti büldürdüñ : bütün işi berbat ettin.
büldürgö kırbaçta, kamçıda bileğe geçirmek için olan ilmik.
büldürgüç 1. yıkıcı, zarar verici; 2. talaşman, yıkıcı faaliyette bulunan.
bürkön- bürünmek,örtünmek; kabagı bürköö: surat astı, kaşlarını çattı: keyfi yerinde degil; kün bürköö: hava kapanıyor.
bürköö kapama, örtme; kabagı bürköö: surat astı, kaşlarını çattı: keyfi yerinde değil; kün bürköö: hava kapanıyor.
bürktür- et. bürk- ten.
bürküm ağza alıp serpilenilecek kadar su; bir birküm suuça daarıgan cok: hiçbir tesir yapmadı.
bürküt karakuş; ala bürküt: karakuş nevilerinden biri; suu bürküt: deniz kartalı( haliaetus) ; bala bürküt: bir yaşına kadra olan karakuş yavrusu; bürküt karısa, çıçkançıl bolot ats: karakuş kocarsa fare avlar; şodokondun bürkütündöy bolbo: fazla haris olma!
bürtük küçük top(yuvarlak) ; bir bürtük buuday: bir tane buğday; bir neçe bürtük caş: birkaç damla gözyaşı.
bürük 1. hitan ameliyatı yapılmamış olan zeker(penis) ; 2. henüz hitan ameliyatı görmemiş çocuk.
bürül yahut ürül bürül : sabah veya akşamın alaca karanlığı; akşam karanlığı; bürüldö cakşı taanıy albadım: alaca karanlıkta iyice tanıyamadım; atçan kişi ürül-bürüldün içine kirip cogoldu: atlı adam karanlıkta kayboldu.
büşürkö- müphem bir surette göz önüne getirmek, karışık bir tarzda hatırlamak; seni büşürköp, taanıy albay turam: seni hatırlar gibi oluyorum, ancak tanıyamıyorum; biraz büşürköp, taanıy kettim: bir parça düşündüm ve onu tanıdım.
büt I, bütün, tamamen , tam olarak,tamamile! akçañdı büt berdim: paranın hepsini verdim; büt boydon: tamamen, tam olarak, büsbütün; büt cana toluk boydon: tamamen ve kamilen.
büt- II, 1. bitirmek; bitirmek üzere bulunmak; işiñdi erterek büt! : işini erkence bitir!; 2. bitmek; bitmek üzere bulunmak; işim büttü: işim bitti: okuu kaçan bütöt?: dersler ne zaman bitecek?; özü bütöt: kendiliğinden uçmak(sıvışmak): 3. bütkön beçi: hep, büsbütün; can bütköndün baarı: bütün diri varlıklar, bütün canlılar; 4. bitmek(nabit olmak) , neşvünema bulmak ; atka cal büttü: atın yelesi çıktı, büyüdü; 5. gebe kalmak; 6. belirmek; cer bütköndön: alemin yaratılışından beri; 7. onulmak; carası bütö elek: henüz yarası onulmadı.
bütkön = bütkül (örnek bk. büt II, 3).
bütkör- bitirmek, bitirmek üzere bulunmak, ikmal etmek, tamamlanmak.
bütkörül- bitirilmek, tamamlanmak.
bütkörülüü işs. bütkörül-den.
bütkörüü bitirme, tamamlama.
bütkül hep, bütün, tamamile.
bütkür = bütö.
bütküs = bütürgüsüz.
bütö- düzeltmek, tamir etmek.
bütöl- bütünlenmek; düzülmek; üstü bütölüp, karındarı toydu: onlar giyindi ve karınları doydu (artık giyim ve yiyecek ihtiyacı hissetmez oldular) ; etegi bütölüp, ceñi uzadı: iyi yaşıyorlar, kötü elbise ile gezmiyorlar (harfiyen: etekleri bütünlenerek, yenleri uzadı )
bütölümüş şöyle böyle inşa edilmiş. tamamile, büsbütün.